İDDK'dan GSM numara taşıma Yönetmeliğinin iptal istemine red
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Telekomünikasyon Kurumu tarafından 01/02/2007 tarih ve 26421 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin iptali istemini reddederek aykırı karar veren Daire kararını bozdu.

Süreç:
Dava konusu Yönetmeliğe karşı açılan davada, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 01/06/2009 tarih ve E:2007/4817, K:2009/5991 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun (İDDK) 01/04/2013 tarih ve E:2009/2522, K:2013/1161 sayılı kararıyla onandığı, bu karara karşı yapılan karar düzeltme isteminin ise İDDK'nın 15/05/2017 tarih ve E:2014/177, K:2017/2052 sayılı kararıyla reddedildiği görülmekle birlikte kesinleşen karara karşı, davacı tarafından, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunulması üzerine, Yüksek Mahkeme tarafından 28/12/2022 tarih ve Başvuru Numarası: 2017/36186 sayılı karar ile "mülkiyet hakkının ihlal edildiğine" karar verilmiştir.
Daha sonra Danıştay 13. Dairesince Anayasa Mahkemesi'nin 28/12/2022 tarih ve 2017/36186 başvuru numaralı kararı ile, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden, bu çerçevede dava konusu 01/02/2007 tarih ve 26421 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu Yönetmeliğin iptaline karar verilmiştir.
İDDK: İdari istikrara aykırıdır ve milyonlarca abone mağdur olacaktır.
Dava konusu yönetmelik ile getirilen numara taşıma uygulamasının 2008-2013
yılları arasında toplam 27.197.601* olduğu; 9 Şubat 2016 tarihi itibariyla taşınan
numara sayısının, yaklaşık 91 milyona* ulaştığı tespit edilmiştiri
Dava konusu Yönetmelik açısından verilecek bir iptal kararının, numara taşıma
uygulamasından yararlanan tüketiciler açısından bir kaosa neden olabileceği;
tüketicilerin, abonelik haklarının zarara uğrayacağı hatta tazminat davaları
ile karşılaşılabileceği dolayısıyla kamusal ve bireysel anlamda maddi zarara
yol açılabileceği; hem kamu açısından hem de telekomünikasyon piyasası açısından
hukuki güvenliğin tehlikeye düşeceği öngörüldüğünden hukuki güvenlik ve istikrar
ilkeleri açısından da davanın reddine karar verilmesinin hukuka, usule ve kamu
yararına uygun düşeceği açıktır. Bu tip durumlarda korunması gereken önceliğin
"üstün kamu yararı" olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Bu itibarla yukarıda gerekçelerine ve dayanaklarına yer verilen hukuki ve maddi
olgular çerçevesinde, Daire tarafından verilen iptal kararında hukuki isabet
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
T.C.
DANIŞTAY
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No: 2024/1916
Karar No: 2025/681
İSTEMİN KONUSU:
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 14/12/2023 tarih ve E:2023/1559, K:2023/5836 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem:
Telekomünikasyon Kurumu tarafından 01/02/2007 tarih ve 26421 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin
iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti:
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 14/12/2023 tarih ve E:2023/1559, K:2023/5836 sayılı
kararıyla;
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
50. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırması
için Dairelerince yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğinden, Dairelerinin
01/06/2009 tarih ve E:2007/4817, K:2009/5991 sayılı kararı kaldırılarak esas
incelemesine geçildiği belirtildikten sonra, Maddi olaya ilişkin süreç ile 04/02/1924
tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun mülga 2., 3., 4. ve ek 27.
maddelerine, 05/04/1983 tarih ve 2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun 7. maddesine,
12/05/2001 tarih ve 4673 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Posta, Telgraf ve
Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Ulaştırma
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un Geçici 2. maddesine, 05/11/2008 tarih ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme
Kanunu'nun 12. maddesinin 3. fıkrasına ve Geçici 2. maddesinin ikinci fıkrasına,
Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin 4. ve Geçici 1. maddelerine, Telekomünikasyon
Kurumu ile davacı şirket arasında yenilenen 13/02/2002 tarihli İmtiyaz Sözleşmesi'nin
16. maddesine yer verildikten sonra, Davacı şirketin Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı
bireysel başvuru sonucunda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin karar
gereğince, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak mülkiyet
hakkı bağlamında yeniden bir karar verilmesi gerektiği, Anayasa'nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkının sınırsız bir hak olarak düzenlenmediği, bu hakkın kamu yararı
amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceğinin öngörüldüğü; mülkiyet hakkına
müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması
gerektiği; dolayısıyla, mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun
olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerektiği (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
§ 62),
Bu bağlamda, Dairelerince yeniden yapılan işbu yargılamada, öncelikle müdahalenin
kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerektiği, Olayda, davacıya
tahsis edilen alan kodlarına ait numaraların dava konusu Yönetmelik değişikliğiyle
başka operatörlere taşınmasına imkan getirilmesi yoluyla davacı şirketin mülkiyet
hakkına müdahalede bulunulduğunda kuşku olmadığı, nitekim numara taşınabilirliği
uygulamasının başlangıç tarihini düzenleyen Yönetmelik'in Geçici 1. maddesinde,
Kurum tarafından merkezi referans veri tabanının kurulduğu tarihin işletmecilere
bildirilmesini müteakip işletmecilerin söz konusu kurulum tarihinden itibaren
altı ay içerisinde mobil numara taşınabilirliğini, on iki ay içinde ise coğrafi
numara taşınabilirliği ile coğrafi olmayan numara taşınabilirliğini uygulamaya
geçirmekle ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde gerekli düzenlemeleri yapmakla
yükümlü olduğunun belirtildiği, buna göre Yönetmelik hükümleriyle salt numara
taşınabilirliğine ilişkin usul ve esasların düzenlenmediği, davacı şirket gibi
operatör şirketler için konuya ilişkin imtiyaz sözleşmelerinde bir hüküm yer
alsın ya da almasın (yürürlük tarihine kadar başvurucu şirket ile imzalanan
ve yenilenen imtiyaz sözleşmelerinde bu tür bir hüküm yer almamaktadır.) belli
bir süre zarfında numara taşınabilirliğini uygulamaya geçirmek noktasında yükümlülük
getirildiğinin anlaşıldığı,
Bu durumda, mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin öncelikle belirli, ulaşılabilir
ve öngörülebilir bir kanuni temelinin bulunması gerektiği, başka bir anlatımla,
öncelikle mülkiyet hakkına müdahalenin belirtilen şekilde kanuni bir dayanağının
olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği,
Diğer taraftan, mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine
ilişkin müdahale türü yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin
olması müdahalenin kanuna dayalı olması gerektiği olgusunu değiştirmediği; diğer
bir deyişle, hangi müdahale türü olursa olsun mülkiyet hakkına ancak ulaşılabilir,
belirli ve öngörülebilir bir kanun ile müdahale edilebileceği kuşkusuz olup
müdahale türleri arasındaki farklılaşmanın ölçülülük yönünden önem taşıdığı
(İskenderun Demir ve Çelik A.Ş., § 72),
Davanın konusunu 05/11/2008 tarih ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun
yürürlüğünden önceki hukuki durum oluşturduğu, nitekim anılan Kanun'un 12. maddesinin
(3) numaralı fıkrası ile numara taşınabilirliği hususunun kanuni bir dayanağa
kavuşturulduğunun görüldüğü,
Dava konusu Yönetmelik vasıtasıyla yapılan müdahalenin kanuni dayanağı olarak
406 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (e) ve (g) fıkraları ile 2813 sayılı Kanun'un
7. maddesinin birinci fıkrasının (ı) ve (m) bentlerinin gerekçe gösterildiği,
Kurum tarafından, piyasanın düzenli işleyişini sağlamak, piyasa aktörlerinin
menfaatlerini örtüştürmek, piyasada varlığı gerekli olan rekabet ortamının korunmasını
ve özellikle tüketicilerin menfaatlerinin korunmasını teminen somut olay özelinde
kanuni dayanağı bulunmak şartıyla GSM abonelerine numaralarını taşıma imkanı
veren Yönetmelik ya da benzeri idari düzenleyici işlemler ihdas etmek suretiyle
piyasaya sektörel müdahalede bulunulabileceği ancak somut olayda olduğu gibi
davacıya tahsis edilen alan kodlarına ait numaraların dava konusu Yönetmelik
değişikliğiyle başka operatörlere taşınmasına imkan getirilmesi suretiyle mülkiyet
hakkına müdahale edilmesi sonucunu doğuran bu tür ek mali yük getirip imtiyaz
sözleşmesi ile tanınan ekonomik hakları kısıtlayan uygulamaların şekli manada
bir kanuna dayalı olması gerektiği; uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin detayların
ikincil mevzuatla düzenlenmesi mümkün olmakla birlikte şekli manada bir kanunla
öngörülmeyen ek mali yük getirip imtiyaz sözleşmesi ile tanınan ekonomik hakları
kısıtlayan uygulamanın ilk elden yönetmelik veya benzeri idari düzenleyici işlemlerle
getirilmesinin kanunla öngörülme şartının ihlali sonucunu doğuracağı,
Olaya ilişkin sektörel düzenlemeler incelendiğinde, 406 sayılı Kanun'un mülga
2. maddesine göre, diğer sermaye şirketlerinin Ulaştırma Bakanlığı ile imzalayacakları
imtiyaz sözleşmelerinde ve gerekli görülen hallerde Ulaştırma Bakanlığı'nca
verilen ruhsatlarda ve genel izinlerde de diğer hususların yanı sıra numaralandırma
ve numara taşınabilirliğine ilişkin hükümlere yer verilebileceği ve ilgili hükümlerin,
cezaların ve Kanun'un 4. maddesinde belirtilen ilkelerin uygulanma esaslarını
göstermek üzere yönetmelikler çıkarılacağı; ayrıca 5809 sayılı Kanun'un 12.
maddesine göre de, Kurumca kullanım hakkı verildiği durumlarda sektörün ihtiyaçları,
uluslararası düzenlemeler, teknolojide meydana gelen gelişmeler gibi hususlar
gözetilerek mevzuat doğrultusunda numara taşınabilirliğine ilişkin yükümlülükler
getirilebileceğinin açık olduğu,
Buna göre, 406 sayılı Kanun'un mülga 2. maddesi ile sermaye şirketlerinin Ulaştırma
Bakanlığı ile imzalayacakları imtiyaz sözleşmelerinde numaralandırma ve numara
taşınabilirliğine ilişkin hükümlere yer verileceği ve konuya ilişkin uygulama
esaslarının yönetmelikle belirleneceği hususlarına yer verilmekle, idareye yalnızca
davacı gibi operatör şirketleri ile imzalayacakları ya da yenileyecekleri imtiyaz
sözleşmelerine numara taşınabilirliğine ilişkin hüküm koyabilme ve hükmün uygulanma
esaslarını ortaya koyar mahiyette yönetmelik ihdas etme inisiyatifi tanındığı;
bu durumda anılan Kanun maddesinde, operatör şirketler için ek bir mali yük
getireceği açık olan numara taşınabilirliği uygulamasının konuya ilişkin İmtiyaz
Sözleşmesi'nde herhangi bir düzenlemeye yer verilmeden Yönetmelik düzenlemesiyle
doğrudan öngörülebileceğine dair herhangi bir ibare bulunmadığı, söz konusu
ek bir mali yük getireceği açık olan numara taşınabilirliği uygulamasının ilk
elden Yönetmelik'le getirildiği, kanuni bir dayanağı bulunmadan doğrudan Yönetmelik
hükümleri ile ek bir mali yükümlülük doğuracağı açık olan bir uygulama öngörülmesinin
ve bu suretle mülkiyet hakkına müdahale edilmesinin kanunilik unsurunu sağlamayacağı,
kaldı ki dava konusu olayda davacının Ulaştırma Bakanlığı ile imzaladığı 27/4/1998
tarihli İmtiyaz Sözleşmesi dahil Yönetmelik'in yürürlük tarihine kadar diğer
yenilenen sözleşmelerde de numara taşınabilirliğine ilişkin herhangi bir hükme
yer verilmediği, imtiyaz sözleşmelerine konulacak hükümler arasında numara taşınabilirliği
müessesesini de sayan 406 sayılı Kanun'un 2. maddesindeki düzenlemenin görece
ileri bir tarih olan 27/01/2000 tarihinde ihdas edildiği, dolayısıyla ilk sözleşmenin
tesis edildiği tarihte numara taşınabilirliği müessesesine bir şekilde yer veren
bir kanuni düzenlemenin bulunmadığının da anlaşıldığı,
Ayrıca, dava konusu numara taşınabilirliği müessesesine 5809 sayılı Kanun'un
12. maddesi ile cevaz verildiği, ancak mezkür Kanun'un yürürlük tarihinin 2008
yılı olduğu dikkate alındığında 2007 yılında yürürlüğe giren Yönetmelik düzenlemesinin
kanuni dayanağa sahip olmadığı, diğer yandan 2813 sayılı Kanun'un mülga 7. maddesi
ile telekomünikasyon hizmet ve faaliyetlerinin tam bir rekabet ortamı içinde
gerçekleştirilmesi ve tüketici menfaatlerinin korunması için gerekli tedbirleri
alabileceğine ilişkin olarak idareye açık bir yetki verilmiş ise de, mezkür
yetkinin tedbir altında mali ek yük getireceği açık olan doğrudan numara taşınabilirliği
uygulamasına imkan verir şekilde yorumlanmasının genişletici bir yorum olduğu,
Bu durumda, 2008 yılında yapılan kanun değişikliği öncesinde ek mali yük getirip
İmtiyaz Sözleşmesi'yle tanınan ekonomik hakları kısıtlayacağı açık olan numara
taşınabilirliği müessesesinin idarece şekli anlamda bir kanuna değil yönetmelik
düzenlemesine dayanılarak uygulamaya geçirildiği anlaşıldığından, 2008 yılında
yapılan değişiklik öncesine ilişkin olarak idarenin doğrudan numara taşınabilirliğine
ilişkin açık bir kanuni düzenleme ihdas etmeden yönetmelikle mezkür müesseseye
uygulanırlık kazandırılmasının kanun hükmünün öngörülebilir olmayan genişletici
yorumuna dayandığı, dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'nın
13. ve 35. maddelerine aykırı olarak kanuni bir dayanağının mevcut olmadığı
sonucuna varıldığı,
Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi'nin 28/12/2022 tarih ve 2017/36186 başvuru numaralı
kararı ile, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
ihlal edildiğine karar verildiğinden, bu çerçevede dava konusu 01/02/2007 tarih
ve 26421 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliği'nde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle,
dava konusu Yönetmeliğin iptaline karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI:
Davalı idare tarafından, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun 10/11/2008
tarih ve 27050 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmasının akabinde, diğer
tüm ikincil düzenlemeler gibi Numara Taşınabilirliği Yönetmeliğinin de güncellendiği
ve yeni Yönetmeliğin 02/07/2009 tarih ve 27276 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanması
ile davaya konu olan 01/02/2007 tarih ve 26421 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
Numara Taşınabilirliği Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırıldığı ve davanın konusuz
kaldığı; davacı ile aralarında imzalanmış bulunan GSM Pan- Avrupa Mobil Telefon
Sisteminin Kurulması ve İşletilmesi ile İlgili Lisans Verilmesine İlişkin İmtiyaz
Sözleşmesinin 15. ve 16. maddeleri uyarınca, GSM İmtiyaz Sözleşmesi'yle davacı
şirkete 530-539 arası alan kodlarının sözleşme süresi sonuna kadar tahsis edildiği,
bu alan kodları altında yer alan numaraların kullanımının Kurum tarafından belirlenecek
kurallarla olacağının açık biçimde ifade edildiği; davacı şirkete tahsis edilen
alan kodlarındaki numaraların kullanma hak ve yetkisinin münhasıran kendi düzenlemelerine
tabi olduğu; davacı şirkete tahsis edilen numaraların mülkiyetinin kamuya ait
olduğu, numara kaynağı üzerinde davacı şirketin sadece kullanım hakkı bulunduğu;
davacı şirket ile imzalanan GSM İmtiyaz Sözleşmesi hükümlerinin aynı şekilde
geçerli olduğu, 530-539 arasındaki alan kodlarının halen sözleşme süresi sonuna
kadar olacak şekilde davacı şirkete tahsisli olduğu; dava konusu Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliğinin, işletmecilere tahsisli alan kodlarında bir değişiklik öngörmediği,
yalnızca isteyen abonelerin numaralarını değiştirmeden başka bir işletmeciden
hizmet alabilmelerini sağladığı ve numara taşıma işleminin bir abone hakkı olduğu;
numaralandırmaya ilişkin yapılan düzenlemelerde öncelikli amacın bir kıt kaynak
olan numaranın etkin ve verimli kullanılmasını sağlamak olduğu; numaranın, kamuya
ait ulusal bir kıt kaynak olduğu, idare tarafından yapılan tahsislerle numaraların
mülkiyet satışına değil sadece kullanım hakkına konu olduğunun mevzuat ve yargı
kararları ile sabit olduğu; dava konusu mülga Yönetmeliği'n "işletmecinin hakları"
başlıklı 22.maddesinde yer alan, "tahsisli numaralara ilişkin işletmecinin hakları,
mülkiyet hakkı olmayıp kullanım hakkıdır." hükmü ile de bu hususa çok açık bir
biçimde yer verildiği; uyuşmazlık konusu Yönetmeliğin, işletmecilere tahsis
edilmiş numaralara ilişkin haklarını koruyucu hükümleri de içerdiği; ayrıca,
Numara Taşınabilirliği tek taraflı olarak davacı işletmeci Turkcell'den diğer
işletmecilere numara taşınması şeklinde değil, tüm işletmecilerin abonelerinin
numaralarını diğer işletmecilere taşımalarına imkan sağlayan bir hizmet olduğundan,
Turkcell'in, abone sayısının daha da artırmasına imkan sağlayacak bir yönü de
bulunduğu; konunun mülkiyet hakkı olarak değerlendirilmemesi gerektiği düşünülmekle
birlikte, konuya mülkiyet hakkı olarak yaklaşıldığında, mülga Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliğinin uygulamaya başlanmasını müteakip, yaklaşık ... abonenin Kurum
tarafından diğer işletmecilere tahsis edilmiş numarasını Turkcell'e taşıdığı
dikkate alındığında Turkcell'in de diğer işletmecilerin mülkiyetinde olan numaraları
kullandığının iddia edilebileceği, fakat bu değerlendirmenin doğru olmadığı;
numaranın, sadece Turkcell'e değil sektörde hizmet sunmak için yetkilendirilmiş
yüzlerce işletmeciye tahsisli bir kamu kaynağı olduğu; ilgili mevzuata ve yargısal
içtihata aykırı olan, sektördeki numara tahsisli tüm işletmecilere emsal olabilecek
nitelikteki "numaraların işletmecilerin mülkiyetinde olduğu" yaklaşımının, uygulamada
önemli sorunlara ve kamu zararına yol açacağı; ayrıca, Avrupa Birliği müktesebatında
temel bir abone hakkı olan numara taşıma işlemine bu şekilde engel olunmasının,
uluslararası alanda ülkemizi zor bir duruma düşürmekle birlikte, abone mağduriyetine
neden olacağı; dünyanın hiçbir yerinde numara kaynağının devletin değil işletmecinin
mülkiyetinde olduğuna ilişkin bir karar ve uygulama bulunmadığı; Kurumun amacının
telekomünikasyon hizmetlerinin kamu yararı göz önünde bulundurularak hukuka
uygun olarak rekabetçi bir ortamda yürütülmesini sağlamak olduğu; bu açıdan
davacı şirketin Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin işletmeciler arası haksız
rekabete yol açtığı iddiasının davacı şirketin numara taşınabilirliğinin temel
felsefesini anlayamamış olmasından kaynaklandığı veya numara taşınabilirliği
ile oluşabilecek rekabeti ve kamu menfaatini engellemeye yönelik olduğu; davacının,
abonelerin serbest rekabet ortamında, diledikleri işletmecilerden hizmet alma
özgürlüğünü hiçe sayarak, tüketici hak ve menfaatini korumaya yönelik en etkili
düzenlemelerden birini iptal ettirmeye çalıştığı ileri sürülmektedir.
Davalı yanında müdahil olan ... Mobil İletişim Hizmetleri AŞ. tarafından, dava
konusu Yönetmelik'in 02/07/2009 tarih ve 27276 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin 32. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış
olduğundan davanın konusuz kaldığı; davacının esas yönünden ileri sürdüğü iddiaların
tamamının somut gerçeklere ve hukuka açıkça aykırı olduğu; ortada davacının
mülkiyet hakkı sahibi olduğu bir durumun bulunmadığı; davacının GSM İmtiyaz
Sözleşmesi kapsamında kendisine tahsis edilmiş numaralar üzerinde herhangi bir
mülkiyet hakkı bulunmadığı; numaraların mülkiyet hakkının kamuya ait olduğu,
numara kaynağı üzerinde davacının sadece kendisine tanınmış "kapsamı önceden
belirlenmiş alan içerisinde sınırlı bir kullanım hakkı" bulunduğu; davalı
kurum tarafından yapılan düzenlemelerin, kıt bir kaynak olan numaranın etkin
ve verimli bir şekilde kullanımının teminine yönelik olduğu; numara taşınabilirliği
ile işletmecilere numara tahsisi düzenlenmediği, sadece abonelere kendi numaraları
ile diledikleri işletmeciden hizmet alma hakkı/imkanı getirildiği; Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliğinin işletmecilere tahsisli alan kodlarında herhangi bir değişiklik
öngörmediği, yalnızca isteyen abonelerin numaralarını değiştirmeden diğer işletmeciden
hizmet alabilmesine imkan verdiği; numara taşınabilirliğinin bir abone hakkı
olduğu ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davacı tarafından, Danıştay Onüçüncü Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ ...'IN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hakiminin açıklamaları
dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden
davalı idarenin yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin
gereği görüşüldü:
Üye ...'in, "bireysel başvuruları karara bağlamanın bölümlerin görevi olduğu
fakat somut olayda bireysel başvurunun Genel Kurul tarafından karar bağlandığı
dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararının yeniden yargılama yapılmasını gerektiren
bir husus olarak kabul edilemeyeceği" yönündeki usule ilişkin oyuna karşılık,
"Anayasa Mahkemesinin Genel Kurulu tarafından bireysel başvuruların karara
bağlanmasını engelleyen bir mevzuat hükmü olmadığından anılan kararın da, yargılamanın
yenilenmesi sebeplerinden olduğuna" oyçokluğu ile karar verilerek, işin
esasına geçildi:
İNCELEME VE GEREKÇE:
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" başlıklı 35. maddesinde; "Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." hükmü; "Tüketicilerin
Korunması" başlıklı 172. maddesinde ise, "Devlet, tüketicileri koruyucu
ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
teşvik eder." hükmü yer almaktadır.
04/02/1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun mülga 2. maddesinde,
"... (e) Türk Telekom'un Bakanlık ile imzalayacağı görev sözleşmesinde
ve diğer sermaye şirketlerinin Bakanlık ile imzalayacakları imtiyaz sözleşmelerinde
ve gerekli görülen hallerde Bakanlıkça verilen ruhsatlarda ve genel izinlerde
de diğer hususların yanı sıra, makul ve ayırım gözetmeyen hüküm ve şartlar çerçevesinde
şu konularda hükümlere yer verilir: ... (12) Numaralandırma ve numara taşınabilirliğine
ilişkin hükümler, ... (g) Yukarıdaki hükümlerin, cezaların ve 4'üncü maddede
belirtilen ilkelerin uygulanma esaslarını göstermek üzere yönetmelikler çıkarılır.";
mülga 3. maddesinde, "... (c) Frekans, uydu pozisyonu ve numaralandırma
gibi kıt kaynakların tahsisini ihtiva eden, herbir işletmeciye belirli, özel
hak ve yükümlülüklerin verilmesini gerektiren veya sınırlı sayıda işletmeci
tarafından yürütülecek olan telekomünikasyon hizmetleri veya altyapısı ancak
Bakanlık ile akdedilecek bir imtiyaz sözleşmesi ile yürütülür..."; mülga
4. maddesinde, "Telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesinde ve/veya telekomünikasyon
altyapısı işletiminde ve bu hususlarda yapılacak düzenlemelerde aşağıdaki ilkeler
nitelik ve nicelik itibarı ile gözönüne alınır: ... (b) Aksini gerektiren objektif
nedenler bulunmadıkça, eşit şartlardaki aboneler, kullanıcılar ve işletmeciler
arasında ayırım gözetilmemesi ve hizmetlerin benzer konumdaki her kişi tarafından
eşit şartlarla ulaşılabilir olması. ..."; mülga ek 27. maddesinde, "Bu
Kanun'da ve diğer mevzuatta Ulaştırma Bakanlığına, görev sözleşmesi veya imtiyaz
sözleşmesi yapma veya telekomünikasyon ruhsatı veya genel izin verme yetkisi
ile bu yetkiye ilişkin yapılacak düzenlemeler ile ilgili her türlü göreve yönelik
yapılan atıflar Kuruma yapılmış sayılır. İmtiyaz sözleşmesi akdedilerek yürütülecek
olan telekomünikasyon hizmetleri veya alt yapısına yönelik yetkilendirmeye ilişkin
planlar Kurum tarafından hazırlanır. Kurum tarafından hazırlanan bu planlar
Ulaştırma Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından onaylanır
ve Kurum tarafından yürütülür. Görev ve imtiyaz sözleşmeleri, telekomünikasyon
ruhsatı ve genel izinlerin asgari değerleri, Kurumun teklifi üzerine Bakanlar
Kurulu tarafından belirlenir." kurallarına yer verilmiştir.
05/04/1983 tarih ve 2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun (anılan Kanun'un adı "Telsiz
Kanunu" iken, 05/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Kanunun 67. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun Kuruluşuna
İlişkin Kanun" olarak değiştirilmiştir.) mülga 7. maddesinde, "...
(d) Radyo ve televizyon verici istasyonları dahil olmak üzere her nevi frekans,
planlama, tahsis ve tescil işlemlerini takat ve yayın sürelerini de göz önünde
tutarak uluslararası kuruluşlarla işbirliği de yapmak suretiyle yürütmek, ...
(ı) Telekomünikasyon hizmetleri ve altyapısı ile ilgili olarak işletmecilerin
ve bu alanda kanuna uygun olarak ticari faaliyet içinde bulunanlarin, hizmetlerin
yürütülmesi, altyapının işletilmesi ve çeşitli telekomünikasyon teçhizat ve
cihazları üreten veya satanların bu hizmet ve faaliyetlerini Türkiye dahilinde
tam bir rekabet ortamı içinde gerçekleştirmelerini sağlamak, teşvik edici tedbirleri
almak, ... Kurum telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve alt yapısının
işletilmesi ile ilgili hususları ve ayrıca hem bu hizmetlerde hem de genel olarak
telekomünikasyon sektöründe rekabete aykırı davranış, plan ve uygulamaları re'sen
veya şikayet üzerine incelemeye ve görev alanına giren konularda bilgi ve dokümanların
sağlanmasını talep etmeye yetkilidir. Kurum, telekomünikasyon hizmetleri ve
altyapısı ile ilgili yönetmeliklerin ve diğer genel idari işlemlerin yayınlanmasından
önce ilgili tarafların kamuya açıklanacak olan ve üzerinde ilgili tarafların
yorum yapabileceği görüşlerini bildirmesine imkan verebilmek için gerekli tedbirleri
alabilir. Kurum tüketici menfaatlerinin korunması için de gerekli tedbirleri
alır. ..." kuralları yer almıştır.
12/05/2001 tarih ve 4673 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Posta, Telgraf ve
Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Ulaştırma
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un Geçici 2. maddesinde, "Ulaştırma Bakanlığı ile görev, GSM görev
veya imtiyaz sözleşmesi imzalayarak veya Ulaştırma Bakanlığından telekomünikasyon
ruhsatı veya genel izin alarak halihazırda hizmet veren işletmecilerle Kurum,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç bir ay içinde, karşılıklı
mutabakat sağlayarak, bu Kanuna ve Kurum düzenlemelerine aykırı olmayacak şekilde
sözleşmelerde değişikliklere gidebileceklerdir. Ancak, görev sözleşmesinde milli
güvenlik ve kamu düzeni ile ilgili olarak yer alan hükümler geçerliliğini korur.
Kurum, taraflar arasında mutabakat sağlanarak sözleşmelerin yenilenmesi sürecinde,
Hazine payı ile ilgili maddelerin düzenlenmesinde Hazine Müsteşarlığının görüşünü
almak zorundadır. Bu süre içinde mutabakat sağlanamaması halinde, Ulaştırma
Bakanlığı ile görev, GSM görev veya imtiyaz sözleşmesi imzalayarak veya Ulaştırma
Bakanlığından telekomünikasyon ruhsatı veya genel izin alarak halihazırda hizmet
veren işletmeciler anılan süre sonundan itibaren bir ay içinde bu Kanun'a ve
Kurum düzenlemelerine aykırı olmayacak şekilde ve mevcut sözleşmelerinde yer
alan hak ve yükümlülükleri saklı kalmak kaydıyla, görev veya imtiyaz sözleşmelerini
Kurum ile yenilemek zorundadır. Bu süre zarfında imtiyaz sözleşmelerinin yenilenmemesi
halinde Kurum, 406 sayılı Kanun'un 2'nci maddesinin (f) fıkrasındaki yetkilerini
kullanır. ..." kuralına yer verilmiştir.
02/07/2009 tarih ve 27276 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliği'nin 32. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 01/02/2007 tarih ve 26421
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan dava konusu Numara Taşınabilirliği Yönetmeliği'nin
4. maddesinde, "(1) Bu Yönetmelikte geçen; ... (b) Adres taşınabilirliği:
Abonenin numarasını değiştirmeden bulunduğu adresi değiştirebilmesini, ... (r)
Numara taşınabilirliği: Abonenin numarasını değiştirmeden hizmet aldığı işletmeciyi,
bulunduğu fiziksel konumu ve/veya aldığı hizmetin türünü değiştirebilmesini,...ifade
eder."; Geçici 1. maddesinde, "(1) Kurum tarafından merkezi referans
veri tabanının kurulduğu tarihin işletmecilere bildirilmesini müteakip; işletmeciler,
söz konusu kurulum tarihinden itibaren altı ay içerisinde, mobil numara taşınabilirliğini,
oniki ay içerisinde ise coğrafi numara taşınabilirliği ile coğrafi olmayan numara
taşınabilirliğini uygulamaya geçirmekle ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde
gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür." kuralına yer verilmiştir.
Telekomünikasyon Kurumu ile davacı şirket arasında yenilenen 13/02/2002 tarihli
İmtiyaz Sözleşmesi'nin 15. maddesinde, "İşletmecinin Sözleşme ile kuracağı
GSM şebekesi ulusal numaralama planının bir parçası olup, bu planın gereklerine
tümü ile uymak zorundadır. Arama, aranma, numara düzeneği, özel servislere erişim
ve benzeri hususlarda ulusal numaralama planının koyduğu hükümler aynen uygulanacaktır.
Uluslararası organizasyonlarca dünya numaralama planında yapılan değişikliklerin
ulusal numaralama planına adaptasyonu ile oluşacak yeni şartlar GSM sistemini
de kapsayacak şekilde uygulanacaktır. İşletmeci, ulusal numaralama planının
öngördüğü yapının dışına çıkmayacak ve özel numaralama planı getirmeyecektir.
Genel numaralama planı ile ilgili esaslı değişikliklerde, İşletmeci'ye uluslararası
normlara uygun süre verilecektir." düzenlemesi mevcut olup; 16. maddesinde
ise, ulusal numaralama planında bu Sözleşme konusu GSM şebekesi için tahsis
edilmiş alan kodunun 530-539 arası olduğu, bu aralıktan başka bir alan kodu
kullanılamayacağı hükmü yer almıştır.
Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 50.maddesinde, "(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde
karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir.
(3) Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere
ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır.
Bu kararlardan hangilerinin Resmi Gazetede yayımlanacağına ilişkin hususlar
İçtüzükte gösterilir...." hükmü mevcuttur.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Usul Yönünden;
Anayasa Mahkemesi; kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün Anayasa'ya uygunluğunun denetimi ile görevliyken
7 Mayıs 2010 tarihinde, 5982 sayılı Kanun ile Anayasa'da yapılan değişiklik
üzerine, 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(AİHS) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında olan ve Anayasa
ile güvence altına alınan temel ve hak özgürlüklerinden herhangi birinin kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemekle
de görevli kılınmıştır.
Yüksek Mahkeme tarafından, kanunlar, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ile ilgili olarak yapılan Anayasa'ya uygunluk
denetimi sonucunda "iptal" ya da "ret" kararı yani esasa
ilişkin doğrudan sonuç doğuran bir karar verilirken, bireysel başvuruya ilişkin
yapılan inceleme sonucunda sadece temel hakların ihlal edilip edilmediğine ilişkin
bir tespit yapmaktadır ve eğer bir ihlal tespit etmişse, ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere ilişkin yol gösterilmektedir.
Öte yandan, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sonunda,
Anayasa Mahkemesinin idari eylem ve işlem niteliğinde karar veremeyeceği hüküm
altına alınmış olup; aynı şekilde bireysel başvurunun niteliği dikkate alındığında
bu sınırlamanın, yargı organları bakımından da geçerli olduğu açıktır. Başka
bir ifadeyle ihlale ilişkin tespiti yaparak ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırması için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.
Yeniden yargılama sebepleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun'un 53.
maddesinde sayılmış, birinci fıkranın (ı) bendinde "Hükmün, İnsan Haklarını
ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali
suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla
tespit edilmiş olması veya hüküm aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme
kararı verilmesi" yargılamanın iadesi sebebi olarak sayılmıştır. Bu maddede
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucu verdiği kararlar sayılmamış ise
de 6216 sayılı Kanun'da yeniden yargılama yapılacağı açıkça düzenlenmiştir.
Bu noktada, yeniden yargılama kavramı ile Anayasa Mahkemesi kararının nasıl
yorumlanacağı önem arz etmektedir. Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvurularda
sadece temel hakların ihlal edilip edilmediği yönünden inceleme yaptığı, bunun
dışında dosyanın esasına girerek derece mahkemeleri gibi inceleme yapmadığı
gözönüne alındığında, ilk derece Mahkemelerinin, Anayasa Mahkemesinin uyuşmazlığa
ilişkin verdiği bireysel başvuru kararı ışığında, uyuşmazlık önüne ilk defa
geliyormuş gibi inceleme yapması ve dosyadaki bilgi ve belgeleri tekrar değerlendirmeye
tabii tutması gerektiği açıktır. Bu anlamda, artık derece Mahkemelerinin uyuşmazlığa
ilişkin verilen doğrudan Anayasa Mahkemesi kararını baz alarak karar vermesinin
mevzuatla uyumlu olmayacağı, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası uyarınca
ihlali ortadan kaldıracak şekilde tekrar bir inceleme yaparak esas hakkında
karar vermesi gerektiği, bu aşamada derece mahkemelerinin, ilk verilen kararlardan
bağımsız olarak karar vereceği ve bu kararın ilk karar ile ters yönde ya da
aynı doğrultuda olabileceği, önemli olan noktanın ihlalin giderilmesi olduğu
sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle; dava konusu Yönetmeliğe karşı açılan davada, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 01/06/2009 tarih ve E:2007/4817, K:2009/5991 sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun (İDDK) 01/04/2013 tarih ve E:2009/2522, K:2013/1161 sayılı kararıyla onandığı, bu karara karşı yapılan karar düzeltme isteminin ise İDDK'nın 15/05/2017 tarih ve E:2014/177, K:2017/2052 sayılı kararıyla reddedildiği görülmekle birlikte kesinleşen karara karşı, davacı tarafından, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunulması üzerine, Yüksek Mahkeme tarafından 28/12/2022 tarih ve Başvuru Numarası: 2017/36186 sayılı karar ile "mülkiyet hakkının ihlal edildiğine" karar verildiğinden, anılan karar çerçevesinde, uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilmiştir.
Esas Yönünden:
Numara taşınabilirliği; genel olarak abonelerin numarasını değiştirmeden hizmet
aldığı işletmeciyi, adresini veya aldığı hizmetin türünü değiştirebilmesi anlamına
gelmektedir. "Numara taşınabilirliği" uygulaması dünyada ilk kez Singapur'da
başlamış olup; Avrupa Birliğinde ise,1999 yılında mobil numara taşınabilirliği
ilk kez İngiltere'de uygulama alanı bulmuştur.
Öte yandan, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından hazırlanan 7 Mart 2002
tarihli 2002/22/EC sayılı Direktifinde yani elektronik iletişim ağları ve hizmetleriyle
ilgili evrensel hizmet ve kullanıcı hakları hakkında, Avrupa Birliği'nde telekomünikasyonla
ilgili evrensel hizmet yükümlülükleri ve kullanıcı haklarının ele alındığı Evrensel
Hizmet Direktifinin 30. maddesinde, üye ülkelere mobil hizmetler dahil kamu
hizmetlerinden yararlanan tüm abonelere; hizmet sağlayıcılarını değiştirmesi
durumunda isterlerse numaralarını değiştirmeme hakkı sağlama yükümlüğü getirilmiş
ve 2008 yılı sonu itibariyla numara taşınabilirliği tüm Avrupa ülkelerinde uygulanmaya
başlanmıştır. Avrupa Birliği Direktifleri'ne göre, numara taşınabilirliği rekabetçi
bir telekomünikasyon pazarında tüketici tercihlerinin ve etkin rekabetin artması
yönünde kullanılabilecek en önemli araçlardan birisi olup; anılan uygulama ile
amaçlanan hedef ise, işletmeci değiştirme maliyetlerinin ve perakende tarifelerin
düşmesi ile tüketici refahının artışını sağlamaktır. Mülkiyet hakkı açısından
bakıldığında, anılan Direktif ile getirilen numara taşınabilirliğinin uygulamaya
konulması, cep telefonu numaralarının tahsis edildiği işletmecilerden bu hakkın
alınarak tüketicilere verilmesi anlamına gelmektedir. Bu uygulamanın iki faydası
bulunmaktadır; bunlardan ilki sektördeki rekabeti arttırmak ve tekelleşmenin
önüne geçmek; diğeri ise, tüketiciyi korumak ve böylece kamu yararını önplana
çıkarmaktır.
Türkiye'de ise, Telekomünikasyon Kurumu tarafından 2005 yılında başlatılan çalışmalar,
01/02/2007 tarih ve 26421 sayılı Resmi Gazete'de, "Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliği" yayımlanarak sonuçlandırılmış ve mobil numara taşınabilirliği
uygulaması, 9 Kasım 2008'de hayata geçirilmiştir.
Temyize konu dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacı tarafından,
dava konusu Yönetmelik'le, işletmecilere tahsis edilmiş olan numaraların, kullanıcıların
işletmecilerini değiştirmeleri halinde taşınabilmesi olanağı getirildiğinden,
İmtiyaz Sözleşmesinin 16. maddesi ile tahsis edilen ve sınırlı sayıda olan numaraların
kullanılabilmesi imkanının ortadan kaldırıldığı, sözleşmeyle korunan mülkiyet
hakkının ve imtiyaz sözleşmesinden kaynaklanan kazanılmış hakların ihlal edildiği
ileri sürülerek işbu iptal davasının açıldığı anlaşılmış olup; yargılama aşamaları
sonucunda, davanın ret ile sonuçlanması üzerine, davacı tarafından Anayasa Mahkemesine
yapılan başvuru sonucunda, Yüksek Mahkeme tarafından, 28/12/2022 tarihinde (Başvuru
Numarası: 2017/36186) "Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Danıştay Onüçüncü Dairesine gönderilmesine" karar verilmiştir. Anılan
karar 19/04/2023 tarih ve 32168 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Yukarıda
aktarılanlar ışığında, konunun, öncelikle mülkiyet hakkı, tüketici hukuku ve
kamu yararı çerçevesinde ele alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik
müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği
Anayasa'nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği
temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde
dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün
sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın
mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.
Anayasa'nın 168. maddesinde 'Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir.
Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir.
Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle
ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun
açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar
ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda
gösterilir' hükmü mevcuttur. 406 sayılı Kanun'un, 4502 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle
yeniden düzenlenen mülga 3. maddesinin (c) bendinde, "Frekans, uydu pozisyonu
ve numaralandırma gibi kıt kaynakların tahsisini ihtiva eden, her bir işletmeciye
belirli, özel hak ve yükümlülüklerin verilmesini gerektiren veya sınırlı sayıda
işletmeci tarafından yürütülecek olan telekomünikasyon hizmetleri veya altyapısı
ancak Bakanlık ile akdedilecek bir imtiyaz sözleşmesi ile yürütülür" kuralına
yer verilerek numaranın kıt kaynak olduğu vurgulanmıştır.
Bu anlamda, idarenin, Devletin mülkiyetinde olan numara kaynağının tahsis ve
kullanımını koşullara bağlayabilme, tahsisli numaralarda da kamu düzeni ve milli
güvenliğin gerektirdiği durumlar, numara kapasitesi ihtiyacı, üye olunan uluslararası
kuruluşların düzenlemeleri veya taraf olunan uluslararası anlaşmalar doğrultusunda
ya da davalı Kurum düzenlemelerine uygun olarak kullanılmadığı durumlarda değişiklik
yapabilme ve bu numaraları geri alabilme hususlarında kamu gücüne dayanan tek
taraflı iradesiyle işlem yapabileceği açıktır. Dolayısıyla, yukarıda aktarılan
mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; Telekomünikasyon Kurumu'na,
telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve alt yapısının işletilmesi ile
ilgili olarak sektörün faaliyetlerini tam bir rekabet ortamı içinde gerçekleştirmelerini
sağlamak konusunda görev ve telefon hizmetinde kullanılan numaranın kıt kaynak
olması nedeniyle, telekomünikasyon şebekelerinde kullanılan numaraların ulusal
kapsamda planlanması, plana uygun olarak tahsis edilmesi, tahsis edilen numaraların
etkin ve verimli kullanımının sağlanması ve numaralandırma ile ilgili benzeri
konularda, 2813 ve 406 sayılı Kanunlara aykırı olmamak koşuluyla düzenleme yapma
veya yönetmelik çıkarma konusunda yetki verildiği sonucuna varılmıştır.
406 sayılı Kanun'un 1. maddesinin ikinci fıkrasında Türk Telekom'un bu Kanun
çerçevesinde her türlü telekomünikasyon hizmetlerini yürütmeye ve telekomünikasyon
altyapısını işletmeye yetkili olduğu, mülga 2. maddesinde de Türk Telekom'un
Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini
ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31/12/2003 tarihine kadar bu kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürüteceği, tüm telekomünikasyon altyapısının
kurulması ve işletilmesinin de tekel kapsamına dahil olduğu, ancak, Türk Telekom'daki
kamu payı %50'nin altına düştüğünde, Türk Telekom'un tüm tekel haklarının 31/12/2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olacağı, Türk Telekom'un tekel hakkının
sona ermesi üzerine, Türk Telekom dışındaki sermaye şirketlerinin de bu tekel
kapsamındaki telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve altyapı işletimi
için yetkilendirileceği ayrıca hükme bağlanmıştır.
Yasal düzenleme ile birtakım telekomünikasyon hizmetlerinin görülme yöntemi
olarak da imtiyaz sözleşmesi yolu benimsenmiştir. 406 sayılı Kanun'un 4502 sayılı
Kanun'la değişik mülga 2. ve 3. maddelerinde, imtiyaz sözleşmesi bir telekomünikasyon
hizmeti görülüş yöntemi olarak belirlenmekte; 1. maddesinde, imtiyaz sözleşmesi,
işletmeci tarafından sözkonusu imtiyaz sözleşmesinde belirtilen telekomünikasyon
hizmetlerinin yürütülmesi ve/veya altyapısının işletilmesi için Bakanlık ve
işletmeci arasında yapılan sözleşme olarak tanımlanırken mülga 3. maddesinin
(c) bendinde ise; "frekans, uydu pozisyonu ve numaralandırma gibi kıt kaynakların
tahsisini ihtiva eden, her bir işletmeciye belirli, özel hak ve yükümlülüklerin
verilmesini gerektiren ve sınırlı sayıda işletmeci tarafından yürütülecek olan
telekomünikasyon hizmetleri veya altyapısının" sadece imtiyaz sözleşmeleri
yoluyla yürütülebileceği öngörülmektedir.
406 sayılı Kanun'a 4673 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile eklenen mülga ek 27.
maddede, bu Kanun'da ve diğer mevzuatta Ulaştırma Bakanlığına, görev sözleşmesi
veya imtiyaz sözleşmesi yapma yetkisiyle ilgili olarak yapılan atıfların Kurum'a
yapılmış sayılacağı belirtilerek, belirtilen sözleşmelerin işletmeciler ile
2813 sayılı Telsiz Kanunu'nun değişik 5. maddesi uyarınca kurulan Telekomünikasyon
Kurumu arasında imzalanacağı öngörülmüştür.
Anılan Kanun telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesini (görülmesini) tamamıyla
kamu hukuku rejimine tabi tutmuş; kamu hukukuna tabi görülüş yöntemlerinden
hangileriyle yürütülebileceğini sayma yoluyla belirlemiştir. Bu yöntemler görev
sözleşmesi, imtiyaz sözleşmesi, telekomünikasyon ruhsatı ve genel izindir. Kanun'da
ayrıca Türk Telekom'un her türlü telekomünikasyon hizmetini yürütebilme yetkisini
ancak görev sözleşmesi yoluyla kullanabileceği vurgulanırken, diğer işletmeciler
için hizmetin konusu ve içeriğine göre imtiyaz sözleşmesi, telekomünikasyon
ruhsatı veya genel izin yöntemleri öngörülmüştür.
Bu aşamada imtiyaz sözleşmesinin niteliğinin irdelenmesi zorunluluğu doğmaktadır.
Hem doktrinde hem de yargı içtihatlarında imtiyaz usulü, bir kamu hizmetinin
sözleşmeyle bir özel kişiye, karı ve zararı kendisine ait olmak ve hizmetin
kurma ve işletme bedelini yararlananlardan karşılamak üzere idarenin kendi buyruğu
ve sorumluluğu altında sağladığı bir yönetim biçimi olarak tanımlanabilmektedir.
Buna karşın imtiyaz sözleşmelerinin, üçüncü şahısların haklarını kısıtlayacak
yahut onları borca sokacak koşullar içermesine, taraf olmayanların sözleşme
serbestisini ortadan kaldıracak şekilde düzenleme getirmesine olanak bulunmamaktadır.
Bu noktada, uyuşmazlığa geri dönülecek olursa; mülkiyeti, devlete ait olan,
530 ila 539 alan kodları, davacı Şirkete 25 yıllığına imtiyaz sözleşmesi ile
tahsis edilmiştir; bu tahsis sonucunda davacı Şirket mezkür alan kodları dahilinde
bulunan numaralar üzerinden iletişim hizmeti verme hakkını elde etmiştir. Davacı
şirket tarafından da, aynı şekilde telefon numaraları belirli şartlar içeren
abonman sözleşmeleri ile tüketicilere tahsis edilmekte olup; tüketici ile işletmeci
arasında imzalanan sözleşmeden sonra tüketici kullanımına geçen telefon numarası
kişisel bir veri haline gelmektedir. İşletmeci tarafından anılan alan kodlarına
ait telefon numarası, abone sözleşmeleri sonucunda, kişiye özel olarak tahsis
edilmektedir; dolayısıyla, işletmecinin, aynı numarayı, "kullanım hakkının
kendisinde olduğundan" bahisle tekrar başka bir aboneye tahsis etmesi mümkün
değildir. Bu aşamada, kişisel bir veri niteliğine dönüşen ve tüketiciyle özdeşleşen
telefon numarasının kullanım hakkı ile devletin kendine tanıdığı imkanlar içerisinde,
tüketiciden en üst karı elde etmeye çalışan işletmecinin kullanım hakkı arasında
menfaat çatışması ortaya çıkmaktadır. Dava konusu Yönetmelik ile de, idare,
bu noktada kamu yararını ön planda tutarak, tüketici hukuku çerçevesinde, AB
mevzuatlarına da uygun olarak, mülkiyeti devlete ait olan numaraların kullanım
hakkını işletmeciden alarak tüketiciye vermektedir; Bu durum, tüketicinin abonelik
sözleşmesi ile elde ettiği hakların kullanımının bir sonucudur.
Öte yandan, Mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama yetkisi, bunların Anayasa
hükümleri ışığında yorumlanması yükümlülüğünü de beraberinde getirmektedir.
Buna göre mahkemeler, önlerindeki uyuşmazlığa uygulayacakları mevzuat hükümlerini
anayasal ilke ve güvenceleri gözeterek yorumlama mecburiyeti altındadır. Bir
mevzuat hükmünün birden farklı biçimde yorumlanmasının mümkün olduğu hallerde
Anayasa'ya aykırı olan yorumun benimsenmesinden kaçınılması Anayasa'nın üstünlüğü
ilkesinin bir gereğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'ya uygun yorum ilkesi hakimin
hukuk kurallarını yorumlama serbestisinin sınırını oluşturmaktadır. Ayrıca,
uyuşmazlığa ilişkin Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği üzere, yargı
yerlerince, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu
ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirilen yorumların isabetli olup
olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görev alanına da girmemektedir.
2813 sayılı Kanun'un mülga 7. maddesinde yer alan ve telekomünikasyon hizmet
ve faaliyetlerinin tam bir rekabet ortamı içinde gerçekleştirilmesi ve tüketici
menfaatlerinin korunması için gerekli tedbirleri alabileceğine ilişkin hüküm
ile devletin tüketiciyi korumak için gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu
belirten Anayasanın 172. maddesindeki hüküm ile AB mevzuatının bir parçası olarak
kabul edilen Evrensel Hizmet Direktifinin 30. maddesi birlikte yorumlandığında,
idarenin öncelikle tüketiciyi korumak amacıyla işlem tesis etmesi gerektiği
açıktır.
Ayrıca, Telekomünikasyon Kurumunun görevlerine bakıldığında da, piyasanın düzenli
işleyişini sağlamak, rekabet ortamının sağlanması ve korunması ile tüketicilerin
menfaatlerinin korunması ön plana çıkmaktadır. Kurumca, kamu yararı gözetilerek
ve yukarıda aktarılan anayasal hükümler çerçevesinde, piyasa oyuncuları arasında
yer alan tüketicilerin menfaatleri gözetilerek işlem tesis edilmesi gerektiği
de açıktır. Davalı idarenin eski adıyla Telekomünikasyon Kurumunun, Devletin
mülkiyetinde olan numara kaynağının tahsis ve kullanımını koşullara bağlayabilme,
tahsisli numaralarda da kamu düzeni ve milli güvenliğin gerektirdiği durumlar,
numara kapasitesi ihtiyacı, üye olunan uluslararası kuruluşların düzenlemeleri
veya taraf olunan uluslararası anlaşmalar doğrultusunda ya da Kurum düzenlemelerine
uygun olarak kullanılmadığı durumlarda değişiklik yapabilme ve bu numaraları
geri alabilme hususlarında kamu gücüne dayanan tek taraflı iradesiyle işlem
yapması nedeniyle maddi yükümlülük altına girdiğinden söz etme olanağı bulunmamaktadır.
Nitekim, anılan hususlara İmtiyaz Sözleşmesinin 15. maddesinde de yer verilmiş
olup, bu durum "Uluslararası organizasyonlarca dünya numaralama planında
yapılan değişikliklerin ulusal numaralama planına adaptasyonu ile oluşacak yeni
şartlar GSM sistemini de kapsayacak şekilde uygulanacaktır" şeklinde ifade
edilmiştir.
Bu durumda, mülkiyeti devlete ait olan, 530 ila 539 alan kodlarının, davacı
Şirkete 25 yıllığına imtiyaz sözleşmesi ile tahsis edildiği, sınırlı kullanım
hakkı tanıdığı işletmecilerinin de ücret karşılığında, kendilerine tahsis edilen
bant aralıklarında yer alan telefon numaralarını tüketicilere tahsis ettiği
ve artık bu noktada anılan numaraların tüketicilerin kullanım alanına geçtiği;
ayrıca, Anayasanın 172. maddesinde Devletin, tüketiciyi korumakla yükümlü bulunduğu
yolundaki kural; davalı Kurumun piyasayı regüle ederek, rekabeti sağlamak ve
bunun için mevzuat uyarınca gerekli tedbirleri alma görev ve sorumluluğu gözönüne
alındığında, İmtiyaz Sözleşmesinde konuya ilişkin doğrudan bir düzenleme bulunmasa
dahi dava konusu Numaralandırma Yönetmeliğinin yasal dayanağının bulunmadığından
söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Öte yandan, dava konusu Yönetmelik ile
davacıya İmtiyaz Sözleşmesi ile kullanım hakkı tanınan 530 ila 539 alan kodları
ile ilgili bir değişiklik yapılmadığı; işletmeciler ile tüketici arasında imzalanan
abone sözleşmeleri sonucunda kişiye özel olarak tahsis edilen numaralar üzerindeki
abone haklarının kullanımına imkan sağlandığı hususu göz ardı edilmemelidir.
Ayrıca, uyuşmazlığa ilişkin bireysel başvuru kararında, dava konusu Yönetmeliğin,
ek mali yük getirip imtiyaz sözleşmesi ile tanınan ekonomik hakları kısıtlayan
bir düzenleme olduğu belirtilmişse de bu konuya ilişkin araştırmalar incelendiğinde;
işletmeciler arasındaki fiyat rekabetinin arttığı, davalı Kurumun bu anlamda
amacına ulaşarak piyasadaki rekabet gücünü arttırdığı, tüketici lehine tarife
fiyatlarında düşüş yaşandığı, piyasanın tekel yapısının kırıldığı; bununla birlikte
davacı şirket de dahil olmak üzere mobil işletmecilerin gelirlerinde artış yaşandığının
saptandığı görülmüştür. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararındaki
bakış açısından bakılacak olursa dahi, mülkiyet hakkına olumsuz bir müdahaleden
söz edilemeyeceği; dosyadaki bilgi ve belgelere bakıldığında da, davacı şirketin
numara taşıma uygulamasından kaynaklı bir zararının oluştuğuna dair dosyaya
bir belge/bilgi de sunamadığı görülmüştür.
Diğer taraftan, uyuşmazlığın, hukuki istikrar ve güvenlik ilkeleri açısından
da incelenmesi gerekmektedir.
Yargı makamlarınca, esas incelemesi yapılırken verilecek kararın sonuçlarının
da gözönüne alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Hukuka aykırılığı yargı
kararı ile saptanan bazı düzenleyici işlemlerin iptalinin kaosa ve kamu zararına
yol açabileceği, kamu vicdanını yaralayabileceği, haksız sonuçlara ve hukuki
belirsizliklere neden olabileceği bilinmektedir. Dolayısıyla, uyuşmazlık özelinde,
tespit edilen hukuka aykırılığın ağırlığına, düzenleyici işleme dayanılarak
tesis edilen bireysel işlemlerin uzun süredir uygulanmasına ve sonradan getirilen
düzenleyici işlem ile aynı şekilde uygulanmaya devam edilmesi durumlarına bakılarak
ve idari istikrar ilkesi gözetilerek somut olay çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Bu çerçeveden bakıldığında, dava konusu numara taşınabilirliği müessesesine
5809 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrasının (ç) bendi ile cevaz verildiği
açık olup, dava konusu Yönetmelik de, anılan Kanun'un yürürlüğe girmesinin akabinde,
02/07/2009 tarih ve 27276 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Numara Taşınabilirliği
Yönetmeliği ile yürürlükten kaldırılmış ve halen ülkemizde, numara taşıma uygulaması,
5809 sayılı Kanun ile yeni yönetmelik hükümleri doğrultusunda uygulanmaya devam
edilmektedir.
Dava konusu yönetmelik ile getirilen numara taşıma uygulamasının 2008-2013
yılları arasında toplam 27.197.601* olduğu; 9 Şubat 2016 tarihi itibariyla taşınan
numara sayısının, yaklaşık 91 milyona* ulaştığı tespit edilmiştir (*Yıldız,
H., Mobil Numara Taşınabilirliği Uygulamasının Tüketici Üzerindeki Etkisi: Türkiye
İncelemesi, BTK, Uzmanlık Tezleri) (*Genç A., Narin, M. Türkiye'de Mobil Numara
Taşınabilirliği Uygulamasının Fiyat ve Rekabet Üzerine Etkileri: Panel Veri
Analizi, Uluslararası Ekonomi ve Yenilik Dergisi, 2, 2016)
Dava konusu Yönetmelik açısından verilecek bir iptal kararının, numara taşıma
uygulamasından yararlanan tüketiciler açısından bir kaosa neden olabileceği;
tüketicilerin, abonelik haklarının zarara uğrayacağı hatta tazminat davaları
ile karşılaşılabileceği dolayısıyla kamusal ve bireysel anlamda maddi zarara
yol açılabileceği; hem kamu açısından hem de telekomünikasyon piyasası açısından
hukuki güvenliğin tehlikeye düşeceği öngörüldüğünden hukuki güvenlik ve istikrar
ilkeleri açısından da davanın reddine karar verilmesinin hukuka, usule ve kamu
yararına uygun düşeceği açıktır. Bu tip durumlarda korunması gereken önceliğin
"üstün kamu yararı" olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Bu itibarla yukarıda gerekçelerine ve dayanaklarına yer verilen hukuki ve maddi
olgular çerçevesinde, Daire tarafından verilen iptal kararında hukuki isabet
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davalı idarenin ve davalı yanında müdahil olan ... İletişim Hizmetleri AŞ'nin
temyiz istemlerinin kabulüne,
2. Dava konusu Yönetmeliğin yukarıda özetlenen gerekçeyle iptaline ilişkin Danıştay
Onüçüncü Dairesinin temyize konu 14/12/2023 tarih ve E:2023/1559, K:2023/5836
sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Daireye gönderilmesine,
4. Kullanılmayan ... TL yürütmeyi durdurma harcının istemi halinde davalı idareye
iadesine,
5. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde
karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24/03/2025 tarihinde, usulde ve esasta
oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onüçüncü
Dairesince verilen kararın usul ve hukuka aykırı bulunmadığı, dilekçelerde ileri
sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı
anlaşıldığından, temyiz istemlerinin reddi ile temyize konu kararın onanması
gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.