Ya bakanlık, bu işsiz öğretmen ordusunun taleplerine cevap vermeye kalksa ne olur?

Kaynak : Bugün
Haber Giriş : 09 Eylül 2007 08:40, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Gülay Göktürk'ün yazısı...

İşsiz öğretmenler

Branş öğretmenleri çığlık çığlığa... Bütün köşe yazarları gibi benim posta kutum da yıllardır atama bekleyen işsiz öğretmenlerin acıklı mektuplarıyla dolup taşıyor. Sayıları yüz binlerle ifade ediliyor. Bir iddiaya göre 200 bin öğretmen şu anda Milli Eğitim okullarının kapılarında kuyruk olmuş durumda.

İlk bakışta, istekleri çok makul, isyanları çok haklı: Eğitim fakültelerini bitirmiş, öğretmen olmuşlar, öğretmenlik yapabilmek için bakanlığın onları bir okula atamasını bekliyorlar.

Ama olaya biraz daha uzaktan bakınca insanın kafası karışıyor doğrusu.

Bir de şöyle düşünmeyi deneyelim: Bekleyenler yalnızca öğretmenler mi? Ellerinde diplomaları ile iş bekleyen mühendislerin, işletmecilerin, basın yayın mezunlarının, uluslararası ilişkiler'cilerin onlardan farkı ne? Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada yaşanan "Diplomalı işsizlik" olgusu da zaten bu değil mi?

Tabii, şöyle bir fark var arada: Diğer diplomalı işsizlerden farklı olarak öğretmenlerin istihdam alanı büyük ölçüde devletin elinde... O yüzden de deniyor ki, nasıl polis akademileri ülkenin polis ihtiyacı kadar öğrenci kabul ediyor ve mezun olan herkese iş verebiliyorsa; nasıl Harp Okulları kontenjan belirlerken ordunun subay ihtiyacını tespit ediyor ve sonuçta okulu bitiren herkes otomatik olarak tayin ediliyorsa; öğretmenlerin de öyle olması gerekirdi. Bakanlık ve YÖK bir araya gelip etkili bir planlama yapamadığı için böyle oldu; o zaman sorunu çözmek de onların işi... Bu argümanda doğruluk payı olsa bile durum tam da öyle değil. Çünkü biliyoruz ki, eğitim tam olarak devlet tekelinde değil. Eğitimde hızla gelişen bir özel sektör, yani özel okullar var; pıtrak gibi dershane var; ayrıca özel ders verme imkanı var.

Ayrıca, üniversitelerin kontenjan tespitini "iş güvencesi" gibi algılayacaksak eğer, böyle bir güvencenin neden sadece devlet sektörü için geçerli olduğu sorusu gelir gündeme... Öyle ya; o zaman işsiz basın yayın öğrencisi de feveran eder; "Siz Türkiye'de basının etinin budunun ne olduğunu bilmiyor muydunuz? Toplam kaç gazete, dergi, TV kanalı olduğu, basının iş potansiyeli ortadayken neden açtınız bütün bu iletişim fakültelerini; neden beni işsizliğe mahkum ettiniz" diye...

Buradan da topyekun bir planlama fikrine geliriz... Sosyalist ülkelerdeki gibi ince ince bir eğitim-istihdam planlamasına... Ama onun da hem sakıncaları, hem imkansızlığı ortada olduğuna göre, dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, yine arz ve talep olacaktır.

* * *

Özgürlüğün bir tanımı da, insanların kendi gelecekleri ile ilgili kararları ve bu kararların risklerini kendilerinin taşımasıdır. Öğrenim alanını seçmek -bu seçim istediği kadar kısıtlı olsun- gelecekteki meslek olanakları ile ilgili ince eleyip sık dokuyarak yapılması gereken bir karardır. Meteoroloji mühendisliği eğitimini seçen bir genç özel teşebbüse bu kadar uzak bir alana adım atarken elbet bir şeyleri hesap etmeli, işsiz kalma riskini göze almalı, alternatiflerini düşünmelidir... Nükleer enerji santralları olmayan bir ülkede atom mühendisi olmayı istemek, ormanlarının hemen tümü devlet elinde olan bir ülkede orman mühendisi olmayı seçmek... Hemen bütün kadroları alaylı olan bir basın dünyasına basın yayın eğitimi yoluyla katılmayı denemek kişinin kendi risk alanı dolayısıyla kendi özgürlük alanıdır. Bütün bunlar sadece eğitim ve onun sonucu olarak iş bulma konusunda değil ekonomi ve iş hayatının bütünü için doğru değil midir? Köşe başında bakkal açan küçük girişimci de o tezgahın çalışıp çalışmayacağını iyi hesaplamalı ve sonra devlet kapısında ağlamamalıdır. Özel muayene açan doktordan show dünyasına katılanlara kadar herkes özde ayni sorumluluk ve - dediğim gibi-özgürlük alanında bir birey olmayı seçmiş demektir.

* * *

Konunun daha çok tartışma kaldıracağı besbelli. Ama işin temeline yine dönmek üzere, bugünlük bir soru daha sorarak noktalayalım: Ya bakanlık, bu işsiz öğretmen ordusunun taleplerine cevap vermeye kalksa ne olur?

Milli Eğitim Bakanlığı her yıl bu yüz binlerin içinden ancak birkaç binine kendi okullarında iş verebiliyor. Demek ki ihtiyacı o kadar... Demek ki bütçesi o kadar... İşin aslına bakarsanız, "Bakanlık atamaları arttırsın" demek, okullarda gizli işsizlik yaratılsın, nihai olarak da, bu öğretmen kitlesi çalışan ve üreten kesim tarafından sübvanse edilsin, demekle aynı anlama gelir. Öğretmenlerin bu "haklı talebi" aslında bas bayağı bir "gelir transferi" talebidir.

Genç öğretmenler, toplumdan mücadelelerine destek isterken aslında kendileri lehine fedakarlık etmelerini istediklerinin bilmem farkındalar mı...

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber