Sakal-ı Şerif olayının perde arkası

Haber Giriş : 11 Ekim 2005 13:23, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Kültür bakanı Atilla Koç'un başına gelen bunun küçük bir örneği. İşin doğrusu şu: Bir dost ülke devlet başkanı, "Bütün sakal-ı şerifler sizde, Ramazan ayı şerefine, son günlerde bizde de ziyaret yapılabilmesi için, birini birkaç günlüğüne ödünç verebilir misiniz?" ricasında bulunuyor. Devletin müzelerinde kayıtlı bulunan Mukaddes Emanetler Türkiye sınırları dışına ancak Bakanlar Kurulu kararıyla çıkabiliyor. Ricayı kolayından yerine getirmenin tek bir yolu var: Câmilerdeki sakal-ı şeriflerden birini göndermek... Eyüp Camii'ndeki sakal-ı şerifin bu amaçla kullanılabileceği anlaşılıyor; ama bir sıkıntı var: Kılıfı çok mütevazı... Sorun, işin ustasına yaptırılan bir muhafaza ile çözülüyor...

Bakan bu noktada devreye giriyor. "Dost ülkeye göndermeden önce muhafazayı bana gösterin" titizliği bürokratların işgüzarlığına kurban oluyor. Muhafazayı herkesin dikkatini çekecek bir yeşilli-kırmızılı bohça içerisinde havaalanına getiriyor bürokratlar. Sonrasını biliyorsunuz zaten...

Bu anlattığımda 'kutsala saygısızlık' söz konusu mu? Ancak, Atilla Koç, tarihe, "Kutsal emanetlere saygısız kültür bakanı" olarak geçecek... Hem de her sayfalarında 'kutsala saygısızlık' yapan gazeteler yüzünden...

Önyargılar yalnızca tek taraflı değil. Hükümette de, bazı konularda aculluk yapıldığı için, farklı türden önyargılarla hareket edildiğini görüyorum. Körfez'den gelen veya getirilmek istenen sermayeye birileri 'yeşil sermaye' adını koyuyor ve bunu 'tehlikeli' buluyor ya, bizimkiler de onu gerçekten 'dinî' hassasiyet ile eşleştiriyorlar...

Yirmi yıldan fazla oluyor. O sıralar çalıştığım Devlet Planlama Teşkilâtı'nda (DPT), Müsteşar Yusuf Özal, Körfez ülkelerinden birinin yöneticisinin de akrabası olduğu öğrenilen birine mihmandarlık görevini bana vermişti. O zâtın başkanlığındaki heyetle, havaalanında karşılayıp yine oradan uğurlayana kadar, tam beş günü birlikte geçirdim. Gelenlerin bir şirketleri ve şirketin de çeşitli ülkelerde lüks otelleri vardı; niyetleri İstanbul'da da öyle bir otele sahip olmaktı...

Kendilerini görüştürdüğüm dönemin Hazine Müsteşarı, konukların geleneksel kıyafetlerine bakıp, "Bizim de istediğimiz sizin gibi Müslüman kardeşlerimizin ülkemize gelmesi" dedi ve ekledi: "Batı'dan otel için gelen yatırımcılar, hesaplarını, 'Kumarhaneden ne gelir, ne kadar içki tüketilir?' sorularının cevabı üzerine kurarlar... Oysa siz başkasınız..." O cümleyi duyunca kendimi tutamayıp güldüğümü hatırlıyorum. Çünkü, bizim heyet, bir gece önce, benim kulak hizamda, İstanbul otelinin kumarhanesinden ne kadar kazanacaklarını, içki gelirlerinin tabloyu nasıl etkileyeceğini hesap etmişlerdi...

Taha KIVANÇ / Yenişafak

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber