Dijital ekranlar 0-6 yaş gelişimini nasıl tehdit ediyor?

Çocuğunuzun beyin gelişimi için 0-2 yaşta sıfır ekran politikası şart! Dijital ekranlar, dil ve sosyal becerileri olumsuz etkiliyor. Ekran maruziyeti, çocukların kişilik ve değer gelişimini kalıcı olarak bozabilir. Uzmanlar, ebeveyn rehberliğinin hayati olduğunu vurguluyor.

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 29 Temmuz 2025 10:29, Son Güncelleme : 29 Temmuz 2025 10:31
Dijital ekranlar 0-6 yaş gelişimini nasıl tehdit ediyor?

Biruni Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Şeyma Bastırmacı Kaplan, çocukların nörolojik, sosyal ve duygusal gelişimi açısından en hızlı ve hassas evrelerinden 0-2 yaş arasında "sıfır ekran politikasının" kritik önem taşıdığını vurgulamıştır.

Bebeklikten itibaren dijital ekranlara yoğun biçimde maruz kalan çocuklarda, dil gelişimi, dikkat süresi ve sosyal etkileşim becerileri gibi temel alanlarda olumsuz etkiler gözlemlenmektedir. Özellikle 0-6 yaş arası dönem, çocukların nörolojik gelişimi açısından "altın çağ" olarak tanımlanmakta ve ailelerin bu dönemde ekran maruziyetine karşı dikkatli olması gerekmektedir.

Erken Çocuklukta Ekran Maruziyetinin Riskleri

Dijital ekranlar, çok yönlü ve etkileşimli deneyimlerin yerini tutamaz. Dil gelişimi, sosyal iletişim ve beyin bağlantıları açısından ciddi riskler oluşturur. 0-2 yaş arası için sıfır ekran politikası çok önemlidir; bu dönem, çocuğun hem nörolojik hem de sosyal ve duygusal gelişimi açısından en hızlı ve hassas gelişim evrelerinden biridir.

Etkileşim ve Deneyimin Önemi

Erken çocukluk döneminde öğrenmenin temelinde etkileşim ve deneyim yer alır. Ekranlar, çocukların dünyayı pasif biçimde algılamasına neden olan, tek yönlü uyarana dayalı araçlardır. Bu nedenle beyinde nöral bağlantıların oluşumunun pekişmesi için gereken çok yönlü, etkileşimli deneyimlerin yerini tutamazlar.

Oyun Temelli ve Etkileşimli Eğitim

İlk 6 yaşta, oyun temelli ve etkileşimli eğitim hayati derecede önemlidir. Erken çocukluk dönemi, tüm duyu organlarının aktif biçimde kullanılması gereken bir keşif dönemidir. Bu süreci doğal bir şekilde destekleyen oyun, çocuğun düşüncesini, duygusunu ve deneyimini dışa vurduğu alandır. Planlı oyun ortamlarında çocuk:

  • Problem çözer
  • Hayal eder
  • Strateji geliştirir

Oyun, akademik bilginin ötesinde yaşam becerilerinin temelini atar.

Zengin, Etkileşimli ve Destekleyici Bir Çevre

Doğumdan itibaren çocuk beyninin olağanüstü bir potansiyele sahip olduğu belirtilmektedir. Doğduğumuzda milyarlarca nöronumuz bulunur ancak bağlantılar, tekrar eden olumlu yaşantılarla güçlenir, zenginleşir ve kalıcı hale gelir. Bu nedenle 0-6 yaş arası dönem, sinaptik gelişim açısından altın çağdır. Çocuk ne kadar zengin, etkileşimli ve destekleyici bir çevrede büyürse, beynin öğrenmeyle, dikkatle, hafızayla ve duygularla ilgili bölgelerinde o kadar sağlam ve etkili bağlantılar kurulur.

Dijital İçeriklerin Etkisi ve Ebeveyn Rehberliği

Dijital içerikler çocukların kişilik ve değer gelişimini etkileyebilir. Çocuklar yalnızca gerçek hayattaki bireylerin değil, ekranda gördükleri karakterlerin tutum, davranış ve değer sistemlerini de gözlemleyerek içselleştirirler. Şiddet, öfke, kibir gibi olumsuz örüntüler çocuklar tarafından sorgulanmaksızın model alınabilir ve zamanla normalleştirilebilir.

  • Ebeveynlerin rehberliği hayati derecede önemlidir.
  • Yaşa uygun ve sınırlı süreyle kullanım sağlanmalıdır.
  • İçerik önceden değerlendirilmelidir.
  • Ebeveynle izleme ve etkileşimli öğrenme temel ilkeler arasında yer alır.

Bu tür etkileşimli yaklaşımlar sayesinde ekran, yalnızca bir eğlence ya da oyalama aracı olmaktan çıkıp ebeveyn rehberliğinde yapılandırılmış bir öğrenme aracına dönüşebilir.

Erken Çocukluk Eğitiminin Toplumsal Önemi

Erken çocukluk eğitimine yapılacak yatırım, bireysel faydanın yanı sıra toplumsal fayda da sağlar. Erken yaşta verilen nitelikli eğitim, çocuğun tüm yaşamını etkileyebilir. Özgüveni yüksek, yaratıcı, problem çözebilen bireyler yetiştirmenin temeli küçük yaşlarda atılır. Bu nedenle erken çocukluk eğitimi yalnızca pedagojik değil, aynı zamanda nörobiyolojik, toplumsal ve etik bir sorumluluktur.


Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber