DenetDe'den, '6 noktada yolsuzluğu önleyin' çağrısı

Haber Giriş : 22 Mart 2005 11:53, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

BASIN AÇIKLAMASI

Öncelikle, ÇANAKKALE ZAFERİNİN 90. Yıldönümü vesilesiyle, bu Vatanda özgürce yaşamamızın bedelini kanlarıyla ödeyen aziz şehitlerimizi, gazilerimizi ve Anafartalar kahramanı Gazi M.Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz.

EKONOMİDE TEHLİKELİ GİDİŞATA DİKKAT!

Değerli Basın Mensupları,

Ekonomiye disiplin getirilmesi ve Türk Lirasına itibar kazandırılması konusundaki Hükümetin gayretlerini yakından izliyoruz. Ancak, reel faizin düşürülmesi ve bütçe açıklarının yatırımların kısılmadan sağlanması konusunda aynı başarının neden gösterilemediğini de merak ediyoruz.

Dolara, diğer ülkelerdeki yıllık faizin 5 katının verilmesi ne demektir, bu durum daha ne kadar devam ettirilecektir? Hiçbir ekonominin yıllık 38 milyar $ faiz ödemesini sürdürmesi ve buna dayanması mümkün değildir. Haçlı seferleri ve Moğol istilasından sonra Türkiye 3. kez sömürülmektedir. Net borç ödeyicisi olarak yıllık 40 milyar $'a varan faiz ödenmesinin anlamı, ülkemizin faizle soyulması demektir. Bu, olayın ilk yönüdür.

İkinci yönü; tamamen yabancı menşeli, kaynağı belirsiz döviz (sıcak para) girişidir. Buna; arazi, arsa, yazlık v.b. gayrimenkulleri ve rekabetçi yerli işletmeleri yabancılar satın alıyor diye, İMKB'da Türk menkul değerlerini ve Hazine kağıtlarını yabancılar devralıyor diye sevinenler olabilir! Ekonomik çoğaltan etkisi sıfır olan bu tip sermaye ve yabancılaşma bir tarafa, belli güçlerce yönlendirilen düşük döviz kurları vasıtasıyla yerli sanayimiz ile istihdam için tehlikeli ve geri dönülemez bir yıkım yaşanmaktadır. İhracatı artırmaya yönelik alınan önlemler konusundaki gayretleri olumlu bulurken, Gümrük İdarelerinin bu önlemleri uygulamadaki yetersizliklerinin giderilmesinin gerekmektedir. Bilhassa ithalatta alınan önlemler, tarife dışı engeller uygulanması açısından Dış Ticaret ve Gümrük İdarelerinin koordinesinin kaçınılmazlığı aşikardır.

Düşük döviz kurunun, yabancı malların iç talebini teşvik etmesi bir yana; büyük boyutlara varan düşük faturalı ve beyan dışı ithalatların engellenmemesi nedeniyle kayıtdışılık artmaktadır. Özellikle döviz kurunun düşüklüğü nedeniyle sanayicilerin, ham ve yarı mamul ihtiyaçlarını yurt dışından karşılama yolunu seçmelerinden, ülkemizde iç daralma nedeniyle işsizlik ve durgunluk had safhaya varmıştır. Bu gidişata acil ve köklü önlemler alınmadığı takdirde, daha önce yüksek faiz ve yüksek kur artışlarıyla yaşanan ekonomik yıkım; iç talebin yapısal olarak yok olması ve yerli sanayii iflaslarıyla ortaya çıkacak deflasyonun da etkisiyle, ikinci kez ve daha ölümcül olarak yaşanacaktır. Bu kez zaten gelir ve harcama gücünü kaybetmiş halkın yanında, özellikle imalat sanayi işletmeleri, yani yerli sanayi yıkılacaktır. Bu tehlike görülmeli ve dış dünyadan gelen övgülere (!) aldırmadan gerekli tedbirler alınmalıdır.

Bize tek çare gibi sunulmaya çalışılan, yatırım ve istihdam artışlarını, AB havasıyla gelecek yabancı sermayeden bekleme saflığı ise terk edilmelidir. Ekonomi dışı önyargılarla, hiçbir zaman Güney Kore, İrlanda, İngiltere veya İspanya'ya gösterdiği ilgiyi ülkemize göstermeyecek olan yabancı sermaye, Türkiye gibi büyük bir ekonomide zaten önemli bir yer tutmayacaktır. Gelen yabancı sermaye ise, sadece kurulu ve kârlı işletmeleri satın alan ya da faiz rantı için gelen sıcak paradan ibarettir.

Önemli bir konu da; belli odaklara diyet ödeme görünümü veren, stratejik ve tekel konumundaki kamu teşebbüslerinin yok pahasına satılmasıdır. Kârlı olup, Türkiye'de alternatifi olmayan Erdemir, Telekom, Tüpraş gibi kuruluşların satışının yeterli gerekçeleri yoktur. Bunlar ülkenin ve ekonominin can damarıdır. Buradan uyarıyoruz; dünyada rakip stratejik ülke ve sermaye grupları sebebiyle, alanında dünyanın büyük şirketi arasında olan ve zaten özerk olarak yönetilen Erdemir de, Tüpraş gibi iptaller v.b. nedenlerle satılamayacak; satılsa da ülkede tekel durumundaki milyarlarca dolarlık bir kuruluş yok pahasına gidecektir.

HÜKÜMET, YOLSUZLUKLAR KONUSUNDA YOL AYRIMINDA !

Değerli Basın Mensupları,

Yolsuzluklarla mücadele söylemi, Kasım 2002 seçimlerinin ana temalarından ve AK PARTİ'nin oy alma nedenlerinden biri olmuştur. TBMM'nin konuya eğilmesi ve bir yolsuzluk araştırma komisyonu kurulması, toplumda yolsuzlukla mücadele konusunda hükümetin kararlılığı olarak algılanmıştır. Ancak, son zamanlarda yolsuzlukla mücadele konusunda baştaki azim ve kararlılığın olmadığı şeklinde genel bir kanaat oluşmaktadır. Ortaya çıkarılan bir takım yolsuzlukların organizasyon modeline bakıldığında; bürokrat-siyasetçi-iş adamı ilişkileri çerçevesinde ve bunlar arasındaki anlaşmanın güvenliğini sağlayan mafyanın varlığı, yeniden çeteleşme sürecine girildiğini göstermektedir.

Son 5 yılda çok ciddi yolsuzluk operasyonları yapılmasına ve bir şekilde toplumda saygınlık kazanmış ünlü kişilerin ibret olacak bir şekilde adalet ve kamuoyu önünde mahkum edilmelerine rağmen, kısa bir duraklamadan sonra çeteleşme sürecine tekrar girilmesi, üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir durumdur. Konu oldukça ciddidir ve derinliği ile yaygınlığı toplumu tehdit etmektedir.

Çeteleşmeyi teşvik eden unsurlar nelerdir? Yolsuzluklar büyük oranda ortaya çıkarıldığı ve Kanunlar işletildiği halde, çeteleşmeye meyilli unsurlar hangi dinamiklerle hareket etmektedirler? Tüm bunların geçmişteki acı deneyimler çerçevesinde milli güvenlik açısından ele alınmasının kaçınılmazlığını göstermektedir.
Ülkemiz kritik bir süreçten geçerken, kasıt olmadığına inandığımız bir şekilde, teftiş ve denetim kurullarının kaldırılması gündeme getirilmiştir. Her ne kadar Denetim Elemanları, görevlerine büyük bir özveri ile devam etmişlerse de yolsuzluk ekonomisinin bu durumdan oldukça yararlandığı ve cesaretlendiğini düşünmekteyiz. Hükümetin kamu reformu kapsamındaki teftiş ve denetim birimlerine yaklaşımı, organize suç örgütlerinin yeniden toparlanma sürecine katkıda bulunmuştur. Tekrar artma trendine giren yolsuzlukları önlemek için, Teftiş ve denetim kurullarının etkin çalışması ve fonksiyonel bağımsızlıklarının sağlanması en iyi ve masrafsız çözüm yoludur.

EN BÜYÜK YOLSUZLUK ALANI: ÖZELLEŞTİRME !

Değerli Basın Mensupları,

Yolsuzluklar toplumu kemiren ve çürüten eylemlerdir. Kamu kaynaklarının etkin kullanılmamasından tutun, rüşvet ve zimmete kadar fiiller yolsuzluk olarak algılanmalıdır. Bilindiği gibi 1986 yılında kabul edilen İngiliz Morgan Bank tarafından hazırlanan Özelleştirme Ana Planı doğrultusunda, bu yıldan itibaren devletin ekonomiden çekilmesi benimsenmiştir. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için KİT'ler özellikle zarar ettirilmiş ve tek tek yok pahasına elden çıkarılmaya başlanmıştır. Üretim tesisleri büyük oranda tasfiye edilmiştir. Sıra hakların ve hizmetlerin özelleştirilmesine gelmiştir. Özelleştirmeden bu güne kadar 9 milyar 504 milyon YTL gelir elde edilmiş, bu gelir büyük oranda özelleştirme masraflarına harcanmıştır. Özelleştirme giderleri 9 milyar 235 milyon YTL'dir. Dolayısıyla özelleştirmeden kayda değer bir gelir elde edilememiştir. Özelleştirilen üretim tesislerinin tamamına yakını kapanmıştır.

Yaklaşık 20 yıllık özelleştirme uygulamalarında kamu kaynakları yerli/yabancı özel sektöre aktarılırken plansız, programsız neredeyse talan mantığıyla hareket edildiği görülmektedir. Yolsuzluk, haksız kazanç elde etmek için usulsüz işlemler yapmak olduğuna göre, özelleştirme yoluyla toplumun bir kesimine kaynak aktarılması sırasında yapılanlar EN BÜYÜK YOLSUZLUĞU oluşturmuştur. Başta banka özelleştirmeleri olmak üzere kamu kuruluşlarının özelleştirmesinde yapılan yolsuzluklar ile bu kuruluşların üretimden çekilmesi ve yerine ikame tesislerin kurulamaması nedeniyle katlanılmak zorunda kalınan kayıpların maliyetleri yüz milyarlarca dolara ulaşmıştır.

Özelleştirme kapsamında halen 29 adet kamu teşebbüsü, 6 otoyol, 2 köprü (FSM, Boğaziçi), 29 elektrik üretim tesisi, 6 adet liman ve birçok gayrimenkul (Emekli Sandığı otelleri dahil) bulunmaktadır. Dikkat çekici bir konu: Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların Teftiş Kurulları dağıtıldığından denetimleri yapılmamaktadır. Bu kuruluşlarda büyük yolsuzluklar yapıldığına dair Derneğimize ciddi duyumlar ulaşmaktadır.

Özelleştirme yoluyla kamuya ait çok önemli ve stratejik sanayi tesisleri tasfiye edilmektedir. Etibank'a ait Ferrokrom, Çinko, Kurşun ve Bakır tesisleri, özelleştirildikten sonra kapanmıştır. Buna karşılık bu madenlerde ham cevher üretimi devam ederken mamul ürünleri ithal eder hale gelinmiştir. Bu dışa bağımlılığın artırılması anlamına gelmektedir. Özelleştirme tasfiyeye yönelmiştir.

MAAŞLARA ARACILIK KARŞILIĞI BANKALARDAN ALINAN PARALAR NE OLUYOR?
Değerli Basın Mensupları,
Bilindiği gibi kamu kurum ve kuruluşları maaş ve ücret ödemelerini bankalar kanalıyla yapmaktadırlar. Bu ödemeler yıllık 32 katrilyon liraya ulaşmaktadır. Bankalar, kurumların maaş ödemelerini kendileri kanalıyla yapması için kurumlara belli bir komisyon ödemektedirler. Bu ödemeler, maaş ödeten müşteri kurum yöneticilerinin tercihlerine göre banka kaynaklarının yönlendirilmesi şeklinde olmaktadır. Harcamalar banka kayıtlarına yansımakla birlikte, harcamayı yaptıran müşteri kurumların kayıtlarına yansıtılmamaktadır. Müşteri kurumların bazılarında, bu kaynaklar makam aracı, demirbaş alımı vb. harcamalar yapılması yanında örtülü ödenek gibi de kullanılmaktadır. Müşteri kurum yöneticilerinin insiyatifine bağlı olan bu durum, yeni bir yolsuzluk alanı olarak karşımıza çıkmaktadır ve yaklaşık 1 katrilyon liralık meblağ söz konusudur. Buradan Hükümeti, bütçe dışı olan ve kayda girmeyen harcama kaleminin suistimalinin önlenmesi için gerekli tedbirleri almaya çağırıyoruz.

MERKEZ BANKASI, HAZİNE'YE GİDECEK KÂRI NERELERE HARCIYOR?
Değerli Basın Mensupları,
Merkez Bankasının, fiyat istikrarını sağlamada ülkenin ekonomik ihtiyaçlarına ve devlete karşı bağımsız, ancak bazı uluslararası kuruluşlar ile uluslararası finans çevrelerine ne derece bağımlı olduğunun sorgulandığı bir dönemde biz bu tartışmaya girmeyeceğiz. Ancak, 2005 Ağustos'da yapılacak yurtdışı atamalarının 2005 Mart ayında yapılması, asli kadroda dahi olmayan sözleşmeli "Bilgisayar Sistem Uzmanı", "Avukat" gibi elemanların işçi dövizleri, finansman işlemleri gibi dış Temsilciliklere tayin edilmeleri, Tokyo'da resim sergisi açılarak, sanat faaliyetleri adı altında, Hazine'ye aktarılacak kârın nasıl harcanarak yok edildiği, Derneğimize iletilmiştir.

Diğer taraftan, 1988'de Bankadan aktarılan paralarla kurulan TCMB Sosyal Güvenlik Yardım Sandığı Vakfı'nın, çalışırken 2 milyar TL alan bir Memur'a, Emekli Sandığı maaşına ilaveten her ay 5 milyar TL ek emekli maaşı ödemesi, kamuoyunda hayretle karşılanmaktadır. Merkez Bankası Sosyal Güvenlik Yardım Vakfı yöneticileri bu başarılarının sırlarını diğer kamu kuruluşlarının vakıfları yöneticileri ile paylaşırlar mı?

Hazine işlemleri üzerinden hiçbir riske girmeden elde edilen kaynakların gerçek bir kâr olmadığı ve Hazine'ye aktarılarak bütçeye kaynak olarak girmesi gerekirken nerelere nasıl harcandığını dikkatlerinize sunuyoruz! Devlet, Hazine bunun denetlemesini yapmıyor mu? Üzülerek ifade etmek gerekirse DENETDE olarak, geçtiğimiz yıllarda da belirttiğimiz gibi Merkez bankası üzerinde hiçbir kamusal denetim yapılmamaktadır.

FİNANSAL HİZMETLER KANUN TASARISI İLE NE YAPILMAK İSTENİYOR?
Değerli Basın Mensupları,
Finans sektörünü düzenleyecek kanun tasarısında, bir taraftan bankaların yabancıların eline geçmesine sınır konmazken, diğer taraftan Bankalar Yeminli Murakıplarının yok edilmeye çalışılması ve bankaların denetiminin yabancı denetim şirketlerine havale edilmesi, gelecekte ülkenin bağımsızlığına malolacak çok tehlikeli gelişmelere yol açacaktır. Geleceğimizi karartan ve devletin tüm politikalarını ipotek altına girmesine sebep olan ve zararları 80 milyar doları geçen, elkonan bankaların kriz öncesi bağımsız denetimlerinin yabancı isimli ve ortaklı denetim şirketleri tarafından yapılmış olduğunu önemle hatırlatıyoruz. Worldcom, Enron, Parmalat vb. uluslararası firmalarda ortaya çıkan yolsuzluklarda, denetim firmalarının katkıları nedeniyle dış denetimden ümit kesilerek, daha etkin iç denetimin nasıl yapılacağının tartışıldığı bir süreçten geçmekteyiz. Sanki dünya bu süreci yaşamıyormuş gibi, ülkemizde yabancı denetim firmalarının faaliyet alanlarının genişletilmesi, bankacılık gibi hayati önemi olan bir sektörün şaibeli firmaların insafına bırakılması kabul edilemez. Bunun yanında kamu oyunda halen tartışılan ama bizce tartışılmaya bile gerek olmayan bankalar yasasında yapılmak istenen ve TMSF tarafından mali durumu bozulan bankalara el konulması yolunun açık tutulması yönünde yapılacak düzenleme, bundan sonraki ekonomik ve mali krizlere sebep olacaktır.

MOTOROLA- TMSF ANLAŞMAZLIĞININ HAZİNE'YE FATURASI?

Değerli Basın Mensupları,
Bilindiği üzere, Telsim'e elkonmadan önce, Motorola firması alacakları için yurtdışında 4 milyar dolara varan dava açmış ve çoğunluğunu kazanmıştı. Ancak, Motorola tarafından bu dava konusu alacaklarının sulh yoluyla ödenmesi konusunda TMSF'ye geçen Telsim'e bir teklif yapıldığı, birkaç yüz milyon dolar gibi bir bedelin ödenmesi karşılığında davalardan vazgeçeceğini belirtmesine rağmen, konu TMSF tarafından karara bağlanmadığı ve sonuçlandırılmadığı için, Hazine nasıl olsa bankalardaki sendikasyon kredilerinde olduğu gibi öder diye Motorola, TMSF aleyhine Newyork'da Dünya Bankası bünyesindeki "Uluslar arası Yatırım Uyuşmazlıkları Çözüm Merkezine" Türkiye Cumhuriyeti Devleti alehine başvurulduğu öğrenilmiştir. Dünya Bankası tarafından ülkemize açılan kredilerin uyuşmazlığın çözümünde baskı unsuru olarak kullanılacağı düşünülmektedir.


SAĞLIK SEKTÖRÜNDEKİ SAĞLIKSIZ GELİŞMELER

Değerli Basın Mensupları,
Ülkemizin ilaç giderleri hızla artmaktadır. Türk ilaç pazarı dünyanın en hızlı büyüyen 2. pazarı konumundadır. Bu büyüme ihtiyaçtan mı, yoksa yanlış politikalardan mı kayaklanmaktadır?

Ülkemizin 2002 yılındaki ilaç harcamaları 3 milyar ABD Doları iken, 2003 yılında % 40'lık büyüme ile 4.2 milyar ABD Dolarına yükselmiştir. 2004 yılında ise yaklaşık 6 milyar ABD Doları olacağı beklenmektedir.

İlaçta dışa bağımlılığımız artarak devam etmektedir. İlaç piyasamızın yaklaşık % 60'ını (ciro olarak) yabancı şirketler kontrol etmektedir. İhracatımızın ithalatı karşılama oranı % 9'dur.

Yerli üreticiler sürekli gerilerken, yabancı şirketler bundan yararlanarak, yerli üretici firmaları hızla satın alarak bunların yerini alacaklardır.

Tıbbi cihaz ve malzemelerde de durum farklı değildir. Neşter ve benzeri operasyonlarda da görüldüğü gibi, sektördeki yolsuzluk serbestleşme ile artma trendine girmiştir. Sektördeki yolsuzluklar, ruhsatlandırma -firma-gümrük üçgeninde cereyan etmektedir. Sektördeki en büyük tek alıcı konumunda olan devlet, piyasayı belirleme fonksiyonunu yerine getirememekte, bu fonksiyon, yabancı ilaç ve tıbbi cihaz-malzeme şirketleri tarafından kullanılmaktadır. Sağlık hizmetlerinin serbestleştirilmesi oranında devletin denetim ve kontrolü artırılması gerekirken, bu yapılamamaktadır.

Kamunun özel sağlık sektöründen sağlık hizmeti alması uygulamasının yaygınlaşmasını müteakip, kurumlarda yeterli denetim yaptırılmaması sonucu, yakında büyük miktarlı hayali sağlık fatura yolsuzlukları literatürümüzde yerini alacaktır.

Hekimlerimizin ve diğer sağlık personelinin özlük haklarında kalıcı iyileştirmeler yapılmasını zaruri görmekle birlikte, devlet hastanelerinde uygulamaya konulan performansa dayalı ücret uygulaması, başladığından bu yana yaklaşık 1,5 katrilyon TL ödeme yapılmasına karşılık sorunu çözemediği gibi daha da artmasına neden olmuş, hastanelerde hekimler arası, hekim-yardımcı sağlık personeli arasındaki ekip çalışmasını bozmuş, personeli birbirine hasım haline getirmiş, kişisel çıkar duygularını daha da arttırmıştır. Hasta hekim ilişkilerinde güven bunalımına neden olmuş, özel muayenehane sorununu çözememiştir. Uygulama öncesindeki hasta memnuniyeti ile uygulama sonrasındaki hasta memnuniyeti de değişmemiştir. Hekimin denetimi hastaya havale edilerek, "hasta iyi doktoru tercih eder" anlayışıyla, liberal piyasa söylemi olan "kalite kendisini pazarlar" kuralı örtüştürülmeye çalışılmaktadır. Devlet hastanelerindeki bu olumsuz uygulama, döner sermayeleri, dönmez konuma getirmektedir.

Çözüm sağlıkla ilgili yasa tüzük ve yönetmeliklerin ödün verilmeden uygulanması ve etkin denetiminin sağlanmasında yatmaktadır.

DEĞERLENDİRME VE ÇAĞRIMIZ
Değerli Basın Mensupları,
Yolsuzluklar büyük oranda ortaya çıkarılmakta, aktörleri kısmen cezalandırılmaktadır. Ancak, yolsuzluk olgusu tartışılmamaktadır. Örneğin son enerji yolsuzluğunda, yolsuzluğa karışanlar tutuklanmış ve yargılanmaya başlanmıştır. Konu birkaç gün, yolsuzluğa karışanların kimliği çerçevesinde gündemde kalmış ve unutulmuştur. Oysa, bu yolsuzluğun yöntemi, sistemi, önleyici tedbirlerinin ne olacağı gibi hususlar hiç tartışılmamıştır. İlginç bir şekilde kamuoyumuz yolsuzluğu yapanlarla ilgilenmekte, yolsuzluk olgusunu ise kanıksamış gözükmektedir. Oysa devleti yöneten organlar, olaylara kamuoyu hassasiyeti ile yaklaşamazlar. Devlet süreklilik arz eden bir kurumdur ve ilelebet var olacaktır. Yolsuzluklar devleti kemiren, içten çökerten marazi yapılar olduğuna göre, devlet yapısının sağlam kalabilmesi için yolsuzlukların bünyeden atılması gerekmektedir. Bunun için tedbir almak, başta siyaset kurumu olmak üzere tüm kurumların görevidir.
Yolsuzluğun sosyal ve moral maliyeti çoğu zaman ekonomik maliyetinin üstündedir. Ancak, her bir yolsuzluk, tüm vatandaşlara mali yük olarak geri dönmektedir. Yani küçük ve ahlaksız bir azınlık, geriye kalan tüm toplumun hakkını gasp etmektedir. Yolsuzluk tüm vatandaşları doğrudan ilgilendiren bir olgudur. Yolsuzluklarla mücadele denetim birimlerinin asli görevidir. Ancak, bunda başarılı olabilmek için yolsuzlukla mücadelenin bir süreçler yönetimi olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

Bu süreçlerden birincisi, yolsuzluk karşıtı bir kültürün oluşturulmasıdır. Fertler yolsuzlukla elde edeceği kazancın haksız olduğunun şuurunda olmalıdır. Yolsuzluğu engelleyecek en önemli unsur budur. Kişinin polisi, kendi vicdanıdır.

İkinci süreç, toplumsal refleksler yolsuzluk yapanları dışlayıcı şekilde olmalıdır. Zira yolsuzluğa karışanlar topluma ve toplumu oluşturan fertlere karşı suç işlemişlerdir. Eğer bir toplumda yolsuzluk yapan, mali gücü vardır diye, itibar görüyorsa, o toplumda hak ve hukukun egemen olması mümkün değildir. Hak - Hukuk kavramını yitirmiş toplumlarda da yolsuzluklar engellenemez.

Üçüncü süreç, yolsuzlukların ortaya çıkarılması ve soruşturulmasıdır. Bu süreçte denetim birimleri devreye girer.

Dördüncü süreç, yolsuzluğa karışanların cezalandırılması ve verdikleri zararların giderilmesidir. Burada yargılama ve zararın tazmini söz konusudur.

Bu dört süreç eş zamanlı ve düzgün olarak çalışmalıdır ki, yolsuzlukla mücadele etkin olsun. Herhangi bir süreçte görülecek bozulma tüm süreçleri olumsuz etkilemektedir. Birinci ve ikinci süreçlerin etkin olduğu toplumlarda denetim birimlerinin sayısal olarak azaltılması düşünülebilir. Tersine bu süreçlerin olumsuz çalıştığı hak-hukuk kavramlarının zayıfladığı toplumlarda üçüncü ve dördüncü süreçlerin daha da güçlendirilmesi gerekmektedir.

Son zamanlarda da açıkça görüldüğü üzere büyük yolsuzluklar bürokrasi - siyaset -işadamı üçgeni kurularak yapılmaktadır. Mafya, sistemin güvenliğini sağlamaktadır. Yüksek bürokrasinin baskısı olmadan hiçbir büyük boyutlu yolsuzluk yapılamaz. Korunmayan hiçbir bürokrat büyük yolsuzluğa cesaret edemez. Yolsuzluğun bir tarafı mutlaka iş dünyasıdır.

Yolsuzluğun beslendiği en önemli kaynak kayıt dışı ekonomidir. Ülkemiz gerçekleri ve denetim sisteminin yüksek bürokrasiye ve siyasete bağlı olması dikkate alındığında tek başına denetim sisteminden yolsuzlukları engellemesini beklemek büyük bir haksızlık olacaktır. Buna rağmen denetim kurulları bürokrasi içerisinde en az yıpranan birimlerdir. Yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında oldukça başarılı çalışmalar yapılmıştır. Yolsuzlukla mücadelede uzmanlaşmış kadrolar yok sayılarak, yeni ve etkin bir denetim yapısının oluşturulması mümkün değildir.

Bugüne kadar köklü bir önleyici tedbir alınamayan ve yeniden artma trendine giren yolsuzlukları önlemek için, Teftiş ve denetim birimlerinin etkin çalışmasına yönelik olarak fonksiyonel bağımsızlıklarının sağlanması ve denetim sistemindeki sorunların giderilmesi konusunda Hükümeti ve diğer ilgilileri işbirliğine çağırıyoruz.


DEVLET DENETİM ELEMANLARI DERNEĞİ
(DENETDE)

İzmir Cad. Necipbey Apt. No: 22/6-7 Kızılay/ANKARA Tel: 0312.4197150 Fax: 0312.4189739 www.denetde.org.tr. e.mail denetde @ hotmail.com.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber