Bakan Dinçer, 2011 yılını değerlendirdi, 2012 projelerini anlattı/ Video

Soru: 2012 yılında kaç öğretmen ataması yapılması planlanıyor?

Bakan Dinçer: Bu konuda bilgim yok. Ben elimden gelen çabayı ortaya koyacağım. Geçtiğimiz yılda da öğretmenlerin mağdur olduğunu düşünüyoruz. Onu da telafi edebilir miyiz diye yoğun çaba sarf edeceğim. Ama elimizden ne geliyorsa, hükümet bu konuda bizim için neyi uygun görüyorsa onu yapmak için elimizde imkan olacak.

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 28 Aralık 2011 11:33, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, önümüzdeki haftadan itibaren Van merkez ile Erciş'te sağlam okullarla tamiratı biten okullarda peyderpey eğitime başlanacağını bildirdi.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 2011 yılında bakanlığının yaptığı çalışmalara ve 2012 yılında eğitim alanında yapılacak projelere ilişkin Anadolu Ajansı muhabirlerinin sorularını yanıtladı.

Soru: 2011 yılında ülkemiz Van'daki depremle acı bir olay yaşadı. Van'daki eğitimin durumu nedir? Yapılan çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bakan Dinçer: Van'da iki kez deprem oldu. İlk depremden sonra milli eğitim camiası olarak, özellikle okullar ve fiziki altyapı olarak çok büyük hasar görmedik. Dolayısıyla eğitime ciddi şekilde mani olacak sonuçlar ortaya çıkmamıştı. İkinci depremden sonra ise iki türlü tahribatın olduğunu fark ettik. Onlardan birincisi, bu kez fiziki olarak da oldukça hasar gördük. Çünkü ilkinde, yaklaşık 40 civarında okul kullanılamayacak durumdayken ikincisinde yaklaşık 160'a yakın okulumuz kullanılamaz hale geldi. Belki biz de biraz daha hassas davrandık. Çünkü artçı depremler de devam ediyordu. Depremlerin devam ettiği bir süre içerisinde çocuklarımızın hayatını riske edebilecek herhangi bir kararı verme konusunda çok titiz davrandık. Bu açıdan belki okul sayısının bu sebeple de artmış olacağı düşünülebilir. İkinci tahribatsa daha çok sosyo-psikolojik alanda oldu. Özellikle ikinci depremle birlikte o bölgedeki insanlarımızın morallerinde müthiş bir düşme ortaya çıktı ve artık kapalı binalara girme konusunda büyük tereddütler, tedirginlikler yaşanır hale geldi. Biz her iki durumu da göz önüne alarak bildiğiniz gibi eğitim sürecine başlamayı biraz geciktirerek yaygınlaştırdık. Doğrusu artçı depremlerin devam ettiği sürede çocuklarımızı okullara koymayı istemedik.

Tedbir olsun diye kendi okullarımızla ilgili yine kendi mühendislerimizin yaptığı hasar tespit çalışmalarını, değişik üniversitelerin uzmanlarının yapacağı hasar tespitleriyle de teyit etmek istedik. Bu teyitlerin tamamı şu anda bitmiş durumda. Böylece biz bugün hangi okulumuzda eğitim yapabiliriz, hangilerinde yapamayız çok net bir şekilde ortaya konuldu. Öğretmenlerimizi de bu süreç içerisinde eğitime aldık. Önce Van'a atadığımız yeni 800 öğretmenimizi, arkasından da orada öğretmenlik yapanları Van'a davet ettik. Eğitimleri bu hafta bitiyor.

Önümüzdeki haftadan itibaren de hasarsız ve sağlam diye gördüğümüz okullarımızda peyderpey çocuklarımız eğitime başlayacak. Çok büyük bir gecikme olmadan, deprem sonrasında çok yoğun çabayla biz günlük hayatın normalleşmesi konusunda eğitimi de bir yöntem olarak kullanmış olacağız. Van merkez ve Erciş'te önümüzdeki haftadan itibaren sağlam olan okullarımızda ve tamiratı biten okullarda peyderpey eğitime başlayacağız.

Soru: Eğitimde yaşanan aksamadan dolayı telafi eğitime düşünülüyor mu?

Bakan Dinçer: Buna, eğitime başladıktan sonra karar vereceğiz. Evet, öyle bir şey düşünüyoruz. Eğitimi belirli bir süre uzatmak ya da hafta sonlarını göz önüne almak gibi birtakım programları tartışıyoruz aramızda. Daha sonra onları belki sizlerle paylaşırız. Ama şunun belki altını çizerek söylemekte yarar var. Eğitimin gecikmesi özellikle Anadolu lisesi veya üniversiteye giriş sınavına hazırlanan öğrencilerimizi çok olumsuz etkileyecekti. Onlar için özel bir tedbir aldık. Onları, eğitimin gecikeceğini hissettiğimiz andan itibaren farklı illerde, gönüllü olarak gitmeleri halinde yatılı eğitime aldık. Yaklaşık 61 bin civarında öğrencimiz ki bu toplam Van'daki depremden etkilenen öğrencilerimizin üçte birine tekabül ediyor. Ayrıca o öğrencilerin gittikleri illerdeki dershanelerde ücretsiz hazırlık kurslarına devam etmeleri için fırsat tanındı. Böylece telafi edecek bir mekanizma ürettiğimizi düşünüyorum.

Soru: Milli Eğitim Bakanlığının 2011 yılı politikalarını, projelerini değerlendirdiğinizde neler söyleyebilirsiniz?

Bakan Dinçer: 2011 yılında, Bakan olmamdan sonra hemen yaptığımız çok önemli bir değişiklik bakanlığın yeniden yapılandırılması oldu. Bu süreç Milli Eğitim Bakanlığının çok uzun yıllardan beri arzu ettiği ve gerçekleştirmeyi düşündüğü bir meseleydi. Geriye giderek bakacak olursak 1994 yılından beri yeniden yapılanması için çaba sarf ediliyordu. Bunun için pek çok bakan niyetlenmişti, yine bu doğrultuda Dünya Bankası, Avrupa Birliği ile birçok proje uygulanmıştı, ama bu zamana kadar hep gecikmişti. 2011 yılındaki en temel değişikliklerden birisi bu oldu. Milli Eğitim Bakanlığı normal, mekanik bir bürokrasi özelliğinden hızla sıyrılıp, daha profesyonel bir bürokrasi niteliğini taşımaya yönelik adımları attı.

Yeniden yapılanmanın ortaya koyduğu temel değişikliklerden birisi daha çok idari ve günlük problemleri takip eden bakanlık olmaktan, daha çok gelecek yönelimli ve eğitimin niteliğine vurgu yapan bir içerik kazanmaya başlıyor. Bakanlık bünyesinde ortaya koyduğumuz yeni birimlerle birlikte doğrudan doğruya eğitimin kendisiyle, eğitim sisteminin politikalarıyla, eğitim öğretimin materyalleriyle öğrencilerin sosyal etkinlikleriyle ve öğrenci işleriyle, eğitim ortamlarının geliştirilmesiyle ilgili doğrudan birimler kurduk. Aslında bu tip konularla daha önceden Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ilgileniyor, diğer bakanlık birimleri idari işleri takip ediyordu. Şimdi ise farklı bir perspektifle şu uygulamayı yapacağız. Bakanlık kendisi doğrudan doğruya eğitimin niteliğiyle ilgili konular üzerinde duracak. Talim ve Terbiye Kurulu ise eğitim sistemi, politikaları ve müfredatın geliştirilmesi konusunda daha çok odaklanacak. Böylece görev ve fonksiyonlarda tam yerine oturan bir ayrışım sağlanabildi.

2011 yılı için üzerinde duracağımız değişikliklerden birisi kız öğrencilerimizin okullaşması ile ilgili programlardır. Daha önceki yıllarda, 2000'li yılların öncesine gidildiğinde ilköğretimde okuyan 100 erkek öğrenciye karşın 80 civarında bir okullaşma oranından bahsediyorken, geçtiğimiz yıl itibariyle okuyan 100 öğrenciye karşın, 100.4 kız öğrencimiz okumaya başladı. Bununla ilgili çok güzel kampanyalar düzenlenmişti. Ayrıca tüm eğitim camiası olarak, okul yöneticisi, öğretmenler, il ve ilçe müdürleri olarak çok özel programlar ve projelerle, adrese dayalı kayıt sisteminde çağ yaşında olup okula devam etmeyen her çocuk için tek tek takip etmeye başladık. Bunlar olumlu sonuçlar veriyordu. Bu bakımdan çok önemli gelişme sağlandı.

''Okullaşma oranı 5 yaş grubunda yüzde 67'ye çıktı''

Diğer üzerinde durulacak bir husus da okullaşma oranlarının hızla artmaya başlamasıdır. Sadece derslik sayılarımızda bir artıştan bahsetmek yeterli değil, gerçekten de derslik sayılarında bir artış oldu, ama daha önemlisi okullaşma oranlarında daha büyük bir artıştan bahsedilebilir. Örneğin, 2002 yılından önce okullaşma oranlarında okul öncesi eğitimden bahsetmek hiç mümkün değil, yüzde 5'lerde. Özellikle 3-5 yaş grubuna bakıldığında yüzde 5-7'lerde bir okullaşmadan bahsediyorken, bugün 3-5 yaş grubunda yüzde 43'e, 5 yaş grubunda ise yüzde 67'ye çıktı. Önümüzdeki yıl için yüzde 100'e ulaşmak için çaba sarf ediyoruz. Çok ciddi bir gelişme, okul öncesi eğitim Türkiye için önemli bir sorun olmaktan çıkacak görünüyor. İlköğretimde yüzde 99'a varan bir okullaşma oranına ulaşıldı. Ortaöğretimde ise yüzde 69,18 oranında bir okullaşmaya sahibiz. Önümüzdeki birkaç yıllık süre içerisinde de bunu yüzde 90'ının üzerine çıkarmayı planlıyoruz.

Mesleki eğitimde ise 28 Şubat sürecinde bu katsayı uygulamalarındaki farklılık nedeniyle oldukça düşen okullaşma oranlarının artmaya başladığını söylemek mümkün. Neredeyse yüzde 40'lara kadar inen bu oranlar, bu yıl itibariyle yüzde 49-50'ye yaklaştı. Büyük ihtimalle bu oranlarda ciddi bir gelişme olacağını tahmin ediyorum.

''Yeniden yapılanma konusunda çok ciddi destek gördük''

Soru: Özellikle Milli Eğitim Bakanlığının teşkilat yapısına ilişkin düzenlemeyi vurguladınız. Gelen tepkileri, değerlendirmeleri nasıl buluyorsunuz? Bu konu toplumdan, siyasetten yeterince ilgi, destek gördü mü?

Bakan Dinçer: Özellikle yeniden yapılanma ilgili kanun çıktıktan sonraki süreci takip etmişseniz çok net bir şey görülecek, hakikaten biz o konuda çok ciddi destek gördük. Hem öğretmen sendikalarımızdan hem eğitim camiasından hem de Bakanlık çalışanlarından bu konuda destek gördüğümüzü ifade etmem mümkün. Kamuoyu zaten bu konuda çok yoğun bir beklenti içerisinde olduğu için biz o beklentiyi de cevap vermiş olduk. Değişim süreci sadece bir kere kanun çıkararak, ya da bir değişiklikle ilgili karar vererek tamamlanan bir süreç değil. Değişim uzun süreli ve sürekli yapılması gereken bir süreç. Hele hele böyle çok temelden bir değişikliği esas almışsanız, bunun arkasından bir dizi değişikliğin geleceğini de hesap etmek lazım.

Başlangıçta çok olumlu gelişmeler olmasına karşın bizlerin değişik safhalarda yaptığı değişiklikler farklı etkiler yaratabiliyor. Bazen verdiğimiz kararlarla yönetici değişikliği yaptığımızda, o yönetici değişikliğiyle alakalı bireysel ya da sendikaya dayalı bazı eleştiriler bize yöneltilebiliyor. Bunları da anlayışla karşılamak ve bu tip eleştirileri de belki 'hakikaten acaba bir hata mı yapılıyor' diye görüp değerlendirmeye almak mümkün. Nitekim öyle yapıyoruz, ancak temelde şunu söylemek lazım bu tip değişiklikler biraz sabır gerektiren, bir sonraki hamlede de ne olacağını tahmin etmeyi, ona dair bir öngörü oluşturmayı gerektiren durumlardır. Bugün biz istemesek de bazen yöneticilerimizi görevden alabiliyor, değiştirebiliyoruz. İstesek de herkese kendi kabiliyetine uygun görev vermekte sıkıntı yaşayabiliyoruz. Ama zaman içerisinde bütün bunların aşılacağını, uluslararası düzeyde rekabet edebilir, çocuklarımızın eğitim kalitesi için mücadele eden farklı bir yapı kurma imkanımız olur diye düşünüyorum.

Soru: Yeni atanan öğretmenlere yönelik verilen uyum eğitimi önümüzdeki yıl da devam edecek mi? Önümüzdeki süreçte Milli Eğitim Bakanlığının öğretmen yetiştirme politikası nasıl olacak?

Bakan Dinçer: Her şeyden önce eğitim, çok yararlı bir çabadır. O açıdan bakıldığında yaşınıza bakmadan, sahip olduğunuz uzmanlık konusuna bakmadan, hangi konuda olursa olsun yapılacak eğitimin mutlaka o insanın niteliğine katkıda bulunacağını kabul etmemiz lazım. Biz, öğretmenlerimizi göreve başlarken bir oryantasyon eğitimine tabi tutmaya başladık. Çok olumlu tepkiler aldık. Öğretmenlerin gittikleri illerde buna dair ihtiyaç duyduklarını kendilerinin de ifadelerinde görüyoruz. Bu eğitim programında sadece pedagojik formasyonla ilgili eğitimler verilmiyor. Okul yönetimi, kişiler arası ilişkiler ve etkileşim, öğretmen öğrenci arasındaki ilişkiler, çevre yönetimi, gittikleri kentin yerel ve kültürel özellikleriyle ilgili bilgileri de aktarıyoruz. Bu son oryantasyon eğitiminde buna ek olarak tabii afetlerde ne yapılacağına dair, psikolojik tedavi ve rehabilitasyonla ilgili bilgiler de aktarıldı.

Bu sürecin, öğretmenlerin öğretmenlik mesleğine uyum sürecini çok kısaltacağını düşünüyorum. Eğitimleri burada bırakmak niyetinde değiliz. Özellikle öğretmenlerimizin mesleki gelişimini sağlayacak eğitimleri sürekli kılmak istiyoruz. Kariyer planlamasıyla öğretmenlerimizin mesleki gelişimine yönelik eğitim programlarını da birbirine paralel haline getirdiğimizde, artık bir öğretmen için bir okula gitmek, bir ile gitmek ve orada emekli olana kadar tek düze ve rutin bir hayat içerisinde, mesleki bir çaba sarf etmek olmamalı. Bunun yerine aynı yerde bile kalsa hem mesleki kariyerinde değişme ve gelişmelerin olduğu hem de kendi niteliklerini geliştirebildiği bir yapı kurulsun istiyoruz.

Geçtiğimiz aylarda öğretmenlik mesleğiyle ilgili çok önemli bir program ortaya koyduk. Kendi alanında yapılan ilklerden biri olarak ifade edilebilir. Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı diye başlıklandırdığımız bir çabaydı bu. Öğretmenlik mesleğiyle ilgili ne kadar uzman varsa hepsinin bir araya geldiği bir programda, öğretmenlik mesleğini daha ne kadar geliştirebiliriz, sorunlarını nasıl çözeriz üzerinde tartışmalar yapıldı. Sanıyorum ilk taslak raporlar bugünlerde çıkacak. O taslak raporlar üzerinde bir gözden geçirme yaptıktan sonra eğer ihtiyaç duyuyorsak strateji için ikinci bir toplantı yapılabilir. Aksi taktirde stratejileri kararlaştırdıktan sonra kamuoyuyla paylaşacağız.

Soru: 2012 yılında kaç öğretmen ataması yapılması planlanıyor?

Bakan Dinçer: Bu konuda bilgim yok. Ben elimden gelen çabayı ortaya koyacağım. Geçtiğimiz yılda da öğretmenlerin mağdur olduğunu düşünüyoruz. Onu da telafi edebilir miyiz diye yoğun çaba sarf edeceğim. Ama elimizden ne geliyorsa, hükümet bu konuda bizim için neyi uygun görüyorsa onu yapmak için elimizde imkan olacak.

''MEB'de öğretmen planlaması için ilk kez bir birim''

Soru: Eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmen adayları var, bir tarafta bakanlığın öğretmen ihtiyacı var. Bunları dengelemek adına genel bir planlama konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Bakan Dinçer: Şunun farkına varılması gerektiği kanaatindeyim. Eğitim sistemi üzerine konuşuyorsanız temelde onun çekirdeğinde öğretmen olur. Bugün siz altyapınızı dünyanın en iyi altyapısına dönüştürebilirsiniz, yeteri kadar dersliğe sahip olabilirsiniz, bilişim teknolojilerini en fazla kullanan ülke de olabilirsiniz, ancak öğretmeniniz nitelikli değilse ve öğretmenlik mesleğine kendini adamamışsa o zaman bütün bunların etkisi çok sınırlı kalacaktır. Eğitimin niteliğini, seviyesini belirleyen ana öge öğretmenin kendisidir. Bu yüzden bizlerin her birisi öğretmen ve öğretmenlik mesleği üzerine konuşurken bunun farkında olarak meseleleri yorumlamak ihtiyacındayız. Bizim genelde meselelere baktığımızda daha çok öğretmenin bizatihi kendisi veya öğretmenlik mesleğinin kendisi üzerinde durmaktan çok, çokça atama, ücret ve maaş meselelerine odaklandığımızı görüyorum. Tabii ki bunlar da çok önemli. Bunlar üzerinden de fikir yürütmeli, tartışma yapmalıyız, ama sadece bunlar üzerinden yapacağımız tartışmalar yetersiz kalacaktır.

Türkiye'de pek çok gencimiz bugün öğretmen olma konusunda sıkıntı yaşıyorsa bunun sorumlusu biziz, tedbirini almak da bize düşer. O yüzden Milli Eğitim Bakanlığında ilk kez öğretmen ihtiyacının planlamasıyla ilgili bir birim kuruyoruz. Bunun, gelir gelmez yaptığımız ilk faaliyetlerden birisi olarak altını çizecek olursak, konuya verdiğimiz önemi de göstermiş oluruz. Biz çok popülist bir şekilde dışarıda atama bekleyen öğretmenlerimize 'Siz hiç merak etmeyin, biz işte şöyle yapacağız, böyle yapacağız' deyip birtakım vaatlerde bulunabilirdik. Ama şimdi ben sizlere soruyorum, bu işin hangisini tercih ederdiniz: Ortada fotoğrafı çok açık ve net belli olan bir probleminiz varken geçici ve insanların gönlünü alacak birkaç söz söyleyip, işi orada bırakmayı mı; yoksa kalıcı, sorunu görüp, o sorunu çözecek tedbirleri almayı ve ona dair stratejileri de zaman içinde uygulamayı mı tercih ederdiniz? Ben doğrusu, belki bir siyasetçinin kolayca tercih etmeyeceği bir yolu tercih ettim, çünkü bana göre o sorun bu ülkenin temel sorunlarından birisidir, çözüleceği zaman da uygun stratejilerle yürütülmelidir. Bu strateji rasyonel bir zemine oturmalıdır, siyasi veya sübjektif bir zeminden çıkarılmalıdır.

-''YÖK ile iş birliği yaptık''

Biz öğretmen kaynaklarının planlanması ile ilgili çalışmalar yürütüyoruz, eğitim fakültelerinin eğitiminin niteliğinin geliştirilmesiyle ilgili tedbirler için hazırlık yapıyoruz. Bunun için YÖK ile işbirliği yaptık. Öğretmen Milli Komitesi ile ilgili çalışmaları birlikte yürütüyoruz. Öğretmenlerimizin çalışma şartları, sosyal imkanları, ücretleri, kariyer planlamaları ve mesleki gelişimleriyle ilgili bir bütünlük içerisinde bir hazırlık yapıyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman öğretmen meselesinin eğitimin odak meselesi olduğunu ve öncelikle çözülmesi gerektiğini ifade etmek gerekir.

''Sadece KPSS'ye dayalı bir öğretmen seçme süreci yetersiz''

Soru: Önümüzdeki yıllarda öğretmen atamaları sadece KPSS sınavı sonuçlarına göre mi yapılacak, yoksa mesleki yeterlilikler de göz önünde bulundurulacak mı?

Bakan Dinçer: Sadece KPSS'ye dayalı bir öğretmen seçme sürecinin hem yetersiz olduğunu hem de öğretmenlerimize haksızlık yaptığını düşünüyoruz. Tabii ki öğretmenlerimizin ülke içerisinde ve eğitimli insanlar arasında genel kültür, toplumsal sorunlara duyarlılık itibariyle daha farklı nitelik taşımaları gerektiği kanaatini ben de taşıyorum. Belki KPSS bunu ölçüyor, ama aynı zamanda mesleki alanda çok başarılı bir öğretmenimizin KPSS'deki puanının düşük olması sebebiyle onun kendi mesleğini icra etmesine dair sorunlar da yaşadığını görüyoruz. Öyleyse biz sadece KPSS'ye dayalı bir seçme süreci yerine alan sınavlarının da yapıldığı bir seçme sürecini uygulama imkanına sahip olmalıyız kanaatindeyim. Bunun için bir altyapı çalışması yürütülüyor. Şayet biz onu bu yıl yetiştirebilir ve öğretmenlerimiz için alan sınavı yapabileceğimiz bir altyapıyı tamamlarsak, doğrusu ilk fırsattan itibaren, ben öğretmenlerin hem KPSS hem de alan sınavlarından sonra atanmaları konusunda birtakım düzenleyici tedbirler almak istiyorum. Bu altyapı çalışmalarının tamamlanmasıyla ancak mümkün olabilecek bir uygulama.

Öğretmenin seçim süreci sadece sınavla da yeterli olmamalı, öğretmenlerimizi seçerken, az önce çerçevesini çizdiğimiz saygınlıkta bir mesleği icra edecek bir öğretmen için de yine aynı saygınlığı temin edecek, tesis edecek bir seçim sürecinin oluşturulması lazım. Ama ülkemizdeki sorunların büyüklüğü, aynı anda binlerce öğretmeni birden almak gibi durumla karşı karşıya kalmamız başka tür seçim süreçlerini uygulama imkanı vermiyor. Başka ülkelerde, Finlandiya'da, Singapur'da, Kanada'da, eğitimde başarılı olan ülkelerde baktığımızda hem öğretmenin yetiştirilmesi hem de öğretmenin seçim süreci oldukça titiz bir çabayla ortaya konuluyor. Doğrusu bizim ülkemiz için de bütün bunlara ihtiyaç olduğu söylenebilir.

''Bu süreç, başlangıçtan itibaren tanzim edilmeli''

Soru: Eğitim fakültelerinin kontenjanlarıyla ilgili yeni YÖK Başkanı ile görüştünüz mü?

Bakan Dinçer: Hem önceki YÖK Başkanımızla hem de mevcut YÖK Başkanımızla bu konuda prensip kararına vardığımızı söyleyebilirim. Her iki başkanla da bu meseleleri konuştum. Öğretmen ihtiyacıyla öğretmen arzı arasında bir uyumun sağlanması zorunluluğu gözüküyor. Bu zorunluluğun temel sebebi şu; aslında öğretmen okullarından mezun olan çocuklarımızın önemli bir kısmı öğretmenlik hayaliyle mezun oluyorlar. Bir üniversiteyi, bir fakülteyi bitirdiğinizde mutlaka kamuya gireceksiniz ve kamu çalışanı olacaksınız veya mutlaka devlet okullarında öğretmen olacaksınız diye bir kural yok, ama genelde ülkedeki eğitimin yüzde 97, yüzde 97,5'luk bir alanını devletin kaplaması, kapsaması sebebiyle belki öğretmenlerin önemli bir kısmının da devlette istihdam edilme hayali kurduğunu var sayarak söylemek lazım ki bu süreç başlangıçtan itibaren tanzim edilmeli. Bu açıdan çocuklarımızın hem hayallerini yıkmamak, kendi geleceklerine dair tasavvurlarını gerçekleştirebilecekleri bir imkan vermek adına bile buna ihtiyaç var kanaatindeyim. Ben kendileriyle konuştum prensipte mutabakatlarımız var. Bizim buradaki ihtiyaç planlamasına ve talebe göre onlar da kontenjanlarını gözden geçirecekler.

Soru: En çok hangi branşta öğretmen ihtiyacı var?

Bakan Dinçer: Şu anda ihtiyaç duyduğumuz, sınıf öğretmeni, okul öncesi öğretmenine çokça ihtiyacımız var. Değişik alanlardaki öğretmen ihtiyaçlarını zaman zaman kamuoyuyla paylaşıyoruz. Onu yeri geldikçe duyurmakta yarar görüyorum.

Soru: Önemli projelerinizin arasında FATİH Projesi de yer alıyor. Projede gelinen aşamalar hakkında bilgi verir misiniz? Ne zaman uygulamaya geçilecek?

Bakan Dinçer: FATİH Projesi ile ilgili dört ana ögeden bahsetmek lazım. Birincisi akıllı tahta, ikincisi tablet, üçüncüsü internet hizmetleri ve diğer altyapılar dördüncüsü ve belki de en önemlisi bilişim donanımıyla eğitim içeriklerinin donanımının sağlanmış olması. Akıllı tahtayla alakalı genel tasarımı yapıldı. Ürünün tasarımı MEB uzmanları ve piyasa aktörlerinin katkılarıyla oldu. Son günlerde gazetelerde konuyla ilgili bazı eleştiriler çıkıyor. Zannediyorum konu ve konunun teknolojik altyapısı ve gerektirdiği uzmanlığı bilmeyen insanların konuştuğu meseleler bunlar. Bir kere akıllı tahta Türkiye'ye özgü ve özgün bir tasarım. Bu tasarımı yaparken de biz Milli Eğitim Bakanlığı uzmanları ve Bakanlığın koordinasyonunda piyasa aktörlerinden yardım aldık. Değişik, özel firmalar. Türkiye'nin elektrik ve elektronik sanayi çok gelişmiş bir sanayidir. Yurt dışı ihracatımızın içinde çok önemli paya sahiptirler ve orada ciddi Ar-Ge departmanları vardır. Biz özel sektörün Ar-Ge uzmanlarında da bu konuda destek aldık. Bununla ilgili bize destek veren her kurum bu endüstriyel tasarımıyla alakalı, belki de haklı olarak, kendileri bu endüstriyel tasarım ürünleriyle ilgili tesciller ve patent alma hakları talep ettiler. Biz bununla alakalı bütün hakların Milli Eğitim Bakanlığında olması gerektiğini düşündüğümüz için de yapılan çalışmalardan sonra ortaya çıkan nihai ürünün hem endüstriyel tasarımını Bakanlığımız adına aldık hem de bunun patentini alacağız. Çünkü çok özgün bir ürün. Bu tahtayla alakalı da ihalemizi yaptık. Nitekim bu ürünün tasarımına dahil olan bütün firmalar teklif verdiler bize. Tasarımının içinde görev almış firmaların hepsi teklif verdi ve bu teklif veren firmalardan birisi de uygun bir fiyatla ihaleyi aldı. Yakında, ihale süreçleri hukuken tamamlandığında 17 ilde biz akıllı tahtaları uygulayacağımız okullarda yerleştirmeye başlıyoruz. İnşallah şubat ayına kadar da bunlar yerleştirilmiş olacak. Akıllı tahtayla ilgili tasarımlar bitti, ihalesi bugünlerde bitmek üzere, şubat ayına kadar da tahtalarımız pilot uygulayacağımız okullarımızda yerlerini alacaklar.

'Pilot Uygulama Kapsamındaki Tabletleri Şubata Kadar Dağıtacağız'

Tabletler için çok uzun çalışmalar yaptık. Çocuklara ve öğretmenlerimize hangi nitelikleri taşıyan tabletlerin dağıtılacağını, TÜBİTAK'ın başkanlığında yürütülen bir çalışmayla belirledik. Tablet özellikleri şu anda belli ve bu özellikler üzerinde yine pilot uygulama için ihtiyaç duyduğumuz tabletlerin alımı için ihaleyi yapıyoruz. Yakında bu da tamamlanacak. Tabletle ilgili ikinci mesele ise bunun Türkiye'de üretiminin gerçekleşmesi. Pilot uygulamanın temel gerekçelerinden birisi de bu oldu. Şayet biz öngördüğümüz bütün tabletleri şimdi almaya çıksaydık, ilk yıl dağıtacağımız bütün tabletleri, o zaman mecburen ithal etmek durumunda kalacaktık. Halbuki istiyoruz ki bu Türkiye'de üretilsin. Bu maksatla Türkiye'de üretim yapabilecek bir zamana ve sürece ihtiyaç var. Onu sağlamak amacıyla pilot uygulamada sınırlı kalacak şekilde tablet alımını ihale ettik, bu ihale bugünlerde bitmek üzere yakında da biz çocuklarımıza ve öğretmenlerimize yönelik bu süreci tamamlamış olacağız ve şubat ayına kadar da dağıtmış olacağız.

'9. Sınıf Derslerinin E-İçerikleri Hazırlandı'

İnternet ve diğer altyapı hizmetlerinin sunulması konusunda çok farklı alternatifler var, ama biz kalıcı bir şekilde çözmek istedik. O yüzden her okula fiber kablo döşenmesini, her tahtada fiber kabloyla internet hizmetinin olmasını ve her sınıfta en az 10 megabitlik bir internet hizmetinin, işlerin aksamaması için yürütülmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bununla ilgili görüşmelerimiz, altyapıyla ilgili teknik şartnamelerin hazırlanması, piyasada bu hizmeti verebilecek kurumlarla görüşmeler çok yoğun şekilde devam ediyor. Neticelendiğinde bunun da ihalesi yapılacak. Ama görebildiğimiz kadarıyla bunun ihalesiyle ilgili altyapı yatırım maliyetleri oldukça yüksek. Dolayısıyla uzun yıllara yayılan bir ihaleyi yapmak gerekecek, bu da hukuki bir altyapıyı gerekli kılıyor. Bu açıdan hazırlık yapıyoruz ve nihayet e-içeriklerin hazırlanması, tablette ve tahtada kullanacağımız hem bilişim donanımının hem de kitap içeriklerinin oluşturulmasıyla ilgili çalışmalar... Yine bunun için de TÜBİTAK'ta özellikle üniversite öğretim üyelerinden oluşan e-içerik heyetimiz var, çalışmaları yürütüyor. Piyasada bu zamana kadar bize hibe edilen programlar vardı, bizim kendimizin geliştirdiği programlar vardı. Bunlar çok geniş kapsamlı şekilde incelendi, özellikle 9. sınıfta ihtiyaç duyulan bütün derslerin e-içerikleri hazırlandı. 9. sınıfta tabletleri dağıttığımızda hem akıllı tahtalarımızda hem de çocukların tabletlerinde 9. sınıfa ait bütün derslerin e-içerikleri hazır olacak.

e-içeriklerde zenginleştirme de yapıyoruz. Sadece kitapta var olan bilgiler aynen aktarılıyor değil aynı zamanda onlarda zenginleştirme yapılıyor, içerikle yani ana okuma metinleriyle beraber video gösterimler, animasyonlar, grafikler, özel panolar ve programlar gibi altyapısı da olacak. Aynı zamanda bir de etkileşim de olsun istiyoruz. Yani öğrenciyle tablet arasında ve program arasında etkileşim olsun, sorular olsun, cevaplar olsun, ödevle ilgili kontroller olsun diye düşünüyoruz. Buna dair de çalışmalar yürütülüyor. Zannediyorum şubat ayına kadar bunların hepsi tamamlanmış olacak. Biz bütün boyutlarıyla çalışmamıza başlamış olacağız diye hedefliyoruz.

'Hayat Boyu Öğrenmeyi Geliştirecek Bir Çaba Ortaya Konulacak'

Soru: Yeni Teşkilat Kanunu ile Bakanlık bünyesinde Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü kuruldu. Genel Müdürlüğün stratejisi ve çalışmaları netleşti mi?

Bakan Dinçer: Genel Müdürlük yeni bir Genel Müdürlük, ama hayat boyu öğrenmeyle ilgili bizim bir strateji çalışması yapmamız gerekiyor. Genel Müdürlüğün yeni olması sebebiyle de bu stratejinin hemen üretilmesi de söz konusu olamaz. Ama en azından şimdiye kadar yaptığımız halk eğitim merkezlerinde, çıraklık eğitim merkezlerinde ve değişik merkezlerde, sürekli eğitim merkezlerimiz var, oralarda yaptığımız çalışmalar devam ediyor. Ama onların hepsini bir bütünlük içinde ele alan ve Türkiye'de hayat boyu öğrenmeyi geliştirecek bir çaba ortaya konulacak. Aslında uluslararası alanda mukayese yapıldığında gelişmiş ülkelerde hayat boyu öğrenmenin toplam öğrenme içindeki oranı yüzde 14'ler civarında, bizim ülkemizde ise bu oran yüzde 2'ler civarında gözüküyor. Bu bütünüyle gerçeği yansıtmayabilir. Ülkemizde yapılan eğitimlerin hepsi kayıt altına alınmadığı için belki bütün ve gerçeği yansıtmayabilir, ama bu oranın her şeye rağmen çok düşük olduğunu da söylememiz lazım. 'Okullarda Hayat Olsun' projemiz yine hayat boyu öğrenmeyle ilgili de çok alakalı bir proje. Biz orada mahalle halkını, çocukların ebeveynlerini eğitmeyi de planlıyoruz. Sadece halk eğitim merkezlerinde değil bütün okullarımızda buna yönelik programlar yapılsın istiyoruz. Yine sivil toplum örgütlerinin yaptığı programların belki kayıt altına alınması lazım gelecek, bununla ilgili çalışmalar yürütülüyor.

Fransa'nın ''Ermeni Teklifi"

Soru: Fransız Parlamentosu'nda kabul edilen henüz Senato'da görüşülmeyen ''Ermeni teklifinin'' ardından açıklanan yaptırımların, eğitim alanına yansıması nasıl olacak?

Bakan Dinçer: Şu anda konuyla ilgili verilmiş bizim bir kararımız yok. Geçtiğimiz hafta içinde Türkiye'deki Fransız okullarının yöneticileriyle ve mütevelli heyet başkanlarıyla ve Galatasaray Üniversitesi ve Galatasaray Lisesi yöneticileriyle bir araya geldik. Normal şartlarda Galatasaray Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi Fransız okulu değil, bizim kendi okulumuz. Yani onun da dahil edilmesinin sebebi biz normalde o gün Fransa'nın bu yaptığı yanlışlığın nasıl önüne geçilebilir. Çünkü Fransa özellikle bu kanun tasarısıyla şimdiye kadarki kendi temellerini inkar eden bir tavır içine girdi. Tam da bizim gibi ülkeler demokratikleşmeyi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir tavır ortaya koymaya başlamışken ve kendi değişim süreçlerini bu değerler üzerinden yapmaya başlıyorken, Batı'da bu değerler üzerinde iddialı olan ülkelerin kendilerini geriye dönüş sağlayan bir çaba içine girmeleri doğrusu çok müthiş bir çelişki oluşturdu. Burada gelişmiş ülkelerin demokrasiden taviz veren ve geriye dönen, giderek daha milliyetçi, giderek kendisinin dışındaki her şeyi ötekileştiren tavrı, demokratikleşmeyi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan ülkeler için de bir sorun oluşturmaya başlayacak. Bu açıdan bakıldığında biz kendi aramızda bir istişare yaptık. Onların her birinin konuyla ilgili yapabileceği görüşmeler varsa o görüşmeler için çaba sarf edeceklerine dair bana önerileri oldu. Bunların üzerine görüşmeler yaptık, onun dışında şu ana kadar somutlaşmış bir tedbir çalışmamız yok. Temenni ediyoruz ki Fransa bu yanlışından döner bizim de başka bir tedbir almaya ihtiyacımız kalmaz. Buradaki okullar normalde bizim çocuklarımıza hizmet ediyorlar ve bizim çocuklarımızı eğitiyorlar. Dolayısıyla o okullara karşı bizim çok ön yargılı tavırlar içinde olmamız beklenmemelidir.

'Dengeli Beslenme Konusunda Yürütülen Çalışmalar'

Soru: Okul kantinlerindeki denetimler ve Sağlık Bakanlığı ile obeziteye karşı yürütülen çalışmalar nasıl gidiyor?

Bakan Dinçer: Çocuklarımızın sağlıklı beslenmeleriyle ilgili aldığımız tedbirler sadece okullarda gazlı içeceklerin veya diğer kızartma türü yiyeceklerin satılışının önlenmesinden ibaret değil. Şu anda İstanbul'da 40'dan fazla okulda çok kapsamlı bir şekilde dengeli beslenmeyle ilgili bir uygulama yürütüyoruz. Orada yemeklerin niteliği, türü, sayısı ayrıca kantinde nelerin olması gerektiği ve dengeli bir beslenme için kantin standardının ne olacağına dair çalışmalar da yürütülüyor. Bununla ilgili bilimsel çabalar var. Bir takım vakıflardan, sivil toplum örgütlerinden destek alıyoruz. Bu çalışmalar neticelendikçe onların okullarımızda yaygınlaşması için de tedbirler alacağız.

Soru: Okul öncesi eğitimde Türkiye'nin aldığı önemli mesafeler var. 2011'de okul öncesi eğitimde gelinen duruma bakıldığında hedefleriniz nelerdir?

Bakan Dinçer: Şu ana kadar okul öncesi eğitimle ilgili genelde iki tür uygulama yaptık. Bir nüfusun özelliğine göre, okulun imkan ve şartlarına göre ana sınıfları açtık. İki, anaokulları en az dört derslikli, beş derslikli ve müstakil anaokulları programları uyguladık, altyapı itibariyle bakıldığında. Son bir yıldır artık ana sınıfından çok anaokulu açmayı tercih ediyoruz. Müstakil, hakikaten anaokulu olarak tasarlanmış, önünde çocukların oynayabileceği, oyun alanlarının, yeşil alanların olduğu, önünde kum havuzlarının ve çocuk bahçelerinin, parkının olduğu bir okul tasarlıyoruz ve onu uyguluyoruz. Bunlar çok büyük maliyetlere de oluşmuyor aslında. Maliyet itibarıyla çok makul düzeyde gerçekleşiyor. Görebildiğimiz kadarıyla hızla tüm Türkiye'de okul öncesi eğitim için ihtiyaç duyulan altyapıyı tamamlamak üzereyiz. Şu anda yaklaşık 71 ilimizde zaten pilot uygulama yapıyoruz ve yüzde 100'e ulaşmak için hedef belirlemişiz. Pek çok ilimizde bu oranlar yüzde 80'lerin, yüzde 85'lerin üzerine çıktı. Biz genel, ulusal ortalamada bu oranın yüzde 67 olduğunu ifade ediyoruz. Ama 2012-2013 eğitim öğretim yılında geri kalan 10 ilimizi de tekrar pilot uygulamaya alacağız. Böylece 2012-2013 eğitim öğretim yılından sonra yüzde 100'lük bir hedefe ulaşmayı planladık. Çok büyük ihtimalle bunu gerçekleştirme şansımız olacak kanaatindeyim. Yüzde 100'e ulaştığımızda 5 yaş zorunlu olacak.

Soru: Zorunlu okul öncesi eğitim yaşının 5 yaşından aşağı çekilmesi planlanıyor mu?

Bakan Dinçer: Zaten 3 ve 4 yaşındaki çocuklarımızı okullarımıza kabul ediyoruz. Şayet imkanlarımız yeterli ise 3 ile 5 yaş arasındaki çocuklarımızı şu anda ana okullarına kabul ediyoruz. Bu oranda da oldukça iyileştirmeden bahsettim. Yaklaşık yüzde 43'lük bir orana ulaşmış vaziyetteyiz. 5 yaş zorunlu hale geldikten sonra 3 ile 4 yaş grubunda da çok büyük ihtimalle okullaşma oranlarımız yükselecek.

Soru: Öğrencilere yönelik çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bakan Dinçer: Çocuklarımızın okullarla ilgili ciddi sorunları var. Sadece okula, dersliğe ve sınıfa sıkışıp kalmayla ilgili bir sorunu var. Çocuklarımız çok yoğun bir şekilde sadece öğrenmeyi sanki derslikte alabilecekmiş gibi bir algılamayla yetiştiriliyor. Yine çocuklarımız sanatla, sporla ilgili konularda yeteri kadar motive edilemiyor. Çocuklarımız hep bir sınav hazırlığı içinde yetişiyorlar. Çocuklarla yaptığımız görüşmelerde, mesela İstanbul'da yaklaşık 8 bin öğrenciyle yapılan bir çalışmamız oldu, en çok şikayet ettikleri sorun neler diye baktığımızda, sosyal etkinliklerin olmadığına dair şikayetlerin, çok üst düzeyde gerçekleştiğini görüyoruz. Sadece sınav odaklı çalışıyor olmak, onlar için çok büyük sorun oluşturuyor. Biz bu sorunu aşacak tedbirler de almalıyız diye düşündük. Hem ilköğretimde hem ortaöğretimde hem de mesleki eğitimde, Öğrenci İşleri ve Sosyal Etkinlikler diye grup başkanlığı oluşturduk. Doğrudan doğruya çocuklarımızın ders dışındaki etkinliklerini planlayacak, buna dair bir takım öğrenme süreci tasarımı yapacak bir çabaydı bu. Buna paralel bir şekilde 'Okullar Hayat Olsun' diye bir projeyi başlattık. Bu proje çocuklarımızın okulun dışında da bir öğrenme süreci yaşayabileceklerini belki ima eden bir proje oldu. Dersliğin dışında kütüphanede, bilgisayar laboratuvarında ve bunların etkin kullanımında, koridorlarda, okul bahçesinde, annesi ve babasıyla yaşadığı evde bir öğrenme sürecini genişletelim diye düşündük. O yüzden okul bahçelerini yeniden tasarlıyoruz, kütüphane ve bilgisayar laboratuvarlarını yeniden tasarlıyoruz. 'Z' kütüphane başlığında yeniden ele alacağız ve bunları çocuklarımızın günlük kullanımına da açacağız. Sadece formal bir mekanlar olarak değil aynı zamanda o mahallenin, ebeveynlerin ve çocukların eğitimin dışında da kullanacağı mekanlara dönüştüreceğiz ki bu yapıda çocuklarımız biraz da geniş bir alana taşabilsin diye. Onun ötesinde belki zaman içerisinde, henüz bununla ilgili gelişmeler yok, ama zaman içinde sportif etkinlikler, diğer sosyal etkinlikler ve sanatla ilgili çabalar üzerinde yoğunlaşan uygulamalar için arkadaşlarımız çalışıyor.

Okulların Yüzde 93'ünde İkili Eğitim Yapmıyoruz

Soru: Türkiye genelinde şu andaki derslik ihtiyacı nedir? Buna bağlı olarak birleştirilmiş sınıf ve ikili eğitim uygulamaları var. Bunların kaldırılması ya da bunların sayılarının azaltılması gibi bir çalışma gündemde midir?

Bakan Dinçer: Hem ikili eğitim hem de birleştirilmiş sınıflarla ilgili yapılan eleştiriler, biraz geçmişteki alışkanlıklara dayalı olarak ortaya konuluyor diye düşünüyorum. Çünkü şu anda tüm Türkiye'de ikili eğitim yaptığımız okul oranı yüzde 7 civarında, hatta daha düşük. Yüzde 93'ünde artık ikili eğitim yapmıyoruz. Birleştirilmiş sınıflar, eğitim altyapısının yetersizliği sebebiyle uygulamaya koyduğumuz bir yöntem olmaktan uzaklaştı artık. Birleştirilmiş sınıflar daha çok giderek nüfusu azalan ve yeteri kadar çocuğun olmadığı köylerimizde, mahallelerimizde yaptığımız bir uygulamaya dönüştü. Bu boyutuyla dünyanın pek çok ülkesinde birleştirilmiş sınıf uygulaması yapılabilir, yapılıyor. O açıdan bakıldığında birleştirilmiş sınıflara dayalı bir eleştiri artık Türkiye gerçeğini çok fazla yansıtmıyor. İkili eğitimin bütünüyle tekliye dönüştürülmesi için ise yoğun bir çaba sarf ediyoruz. Bunun için de standardımızı belli. Derslik başına en fazla 30 öğrenci ve tekli eğitim zaten Milli Eğitim Bakanlığının stratejik hedefi. Derslik ihtiyacı bunun için en önemli altyapıyı oluşturmakta.

Cumhuriyet Tarihi Boyunca Yapılan Dersliğin Yarısı, 8 Yılda Yapıldı

2003'e kadar Türkiye'de yapılan tüm derslik sayısı 334 bin 500 civarında. 2003'ten bugüne kadar yapılan derslik sayısı ise 169 bin 200 civarında. Başka bir ifadeyle tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dersliğin yarısı aşağı yukarı geçtiğimiz sekiz yıllık sürede yapıldı. Tekli eğitime geçmek veya 30 öğrenci sınırını korumak için hala yaklaşık 160 bin civarında dersliğe ihtiyacımız var. Eğer ortaöğretimdeki okullaşma oranını yüzde 90'ın üzerine çıkarırsak, ilköğretimde ve okul öncesi eğitimde de okullaşma oranını yüzde 100'e ulaştırırsak, mesleki eğitimde de ortaöğretim içindeki payı yüzde 55'in üzerine taşıma imkanımız olursa bütün bu varsayımlardan hareketle baktığımızda 200 bin, 205 bin civarında dersliğe ihtiyacımız var.

Bunların hepsi, bugünkü şartlar ve bugünkü sosyal sorumluluk kapsamında yapılan katkılar hesap edilirse 6-7 yıllık sürede çözülebilecek gibi görünüyor. Eğer kaynaklar artırılırsa kısa zamanda çözme imkanımız da olacak.

Hayırseverlere Gıpta Ediyorum

Soru: Hayırseverlerin okul ya da derslik yapımı konusundaki katkılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakan Dinçer: Her şeyden önce teşekkür etmek istiyorum. Hakikaten Türkiye'de okul yapımında hayırseverlerimizin inanılmaz bir katkısı oluyor. Ben o insanlara gıpta ediyorum ve o insanların yaptığı her katkı için buradan kendilerine teşekkür ediyorum ve minnet duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. Onların bu katkılarını biz unutmuyoruz ve hatıralarını yaşatacak tedbirleri alıyoruz zaten.

2003-2010 yılında yapılan okullarda, dersliklerde hayırseverlerin payı da oldukça yüksek. Yaklaşık 32 bin civarında derslik, hayırseverlerce yapıldı. Geçtiğimiz gün Gaziantep'te konuyla ilgili bir program organize ettik, orada inanılmaz bir destek bize sağlandı. Aşağı yukarı 3 bin civarında derslik için bize söz verdiler. Böyle bakılacak olursa hayırseverlerin katkısını, İMKB'nin yaptığı katkıları, Milli Piyango İdaresinin katkıları, TOKİ'nin ortaya koyduğu çabaları, MEB'in çabalarının üzerine ilave ettiğimizde bu konuda toplumda çok ciddi bir duyarlılık olduğunu ifade etmek ve bunu minnetle anmak gerekir kanaatindeyim.''

Taşımalı Eğitim Ülke Şartlarında Kaçınılmaz

Soru: Zaman zaman taşımalı eğitim görüntüleri televizyonlara yansıyor. Taşımalı eğitim konusunda neler yapmayı planlıyorsunuz?

Bakan Dinçer: Taşımalı eğitim, ülkenin coğrafi şartlarını, kent ve kır yaşam oranlarını, kırsaldaki yaşam şartlarını göz önüne aldığımızda ülkemiz için kaçınılmaz bir durum. Nüfus azaldıkça, köylerdeki göç oluştukça belki birçok okulda eğitim yapma şansımız kalmıyor ve bunlar için bir takım standartlar koyarak taşımaya yöneliyoruz. Burada iki hususun altını çizmekte yarar görüyorum. Onlardan birincisi; aşağı yukarı 17 milyon öğrencisiyle 700 binden fazla öğretmeniyle veya eğitim hizmeti veren insanıyla aşağı yukarı 3 bin-4 bin civarında çalışan personeliyle çok büyük, çok geniş bir aileyiz. 42 binden fazla okulda eğitim görüyoruz, özel okulları bu sayıya dahil etmeden sadece devlet kurumlarını kast ediyorum. Bu kadar geniş bir aile içinde ülkemizin herhangi bir köşesinde bir okulda veya bir servis aracında, bir yemekhanede ortaya çıkmış bir problem çoğu kere eğitim sisteminin temel sorunuymuş gibi sunulması halinde burada bir haksızlık yapılıyor. Ben gerçekten de hiçbir okulumuzda, hiçbir servisimizde ve hiçbir yemekhanemizde, yurdumuzda bir sorun çıkmasın diye çaba sarf etmeliyim, ediyoruz da zaten. Bütün gücümüzle bir sorun oluşmasın diye düşünüyoruz. Yaklaşık 17 milyon öğrenci içerisinde veyahut da 700 bin öğretmen içerisinde bazen kontrol edemediğimiz bir durum ortaya çıkıyorsa bunun tüm eğitim camiasını töhmet altında bırakacak şekilde kullanılması bence bir haksızlık, bu boyutuyla bakmak lazım. İkincisi biz bütün tedbirimizi alarak bu işleri çözmek için çaba sarf ediyoruz. Umarız bundan sonra bu tip sorunlar çok fazla yaşanmaz. Dolayısıyla taşımalı sistemin kendisinden kaynaklandığından dair problemler Bakanlığımızın kontrol edebildiği faktörlerse bunları çözmek için çaba sarf ederiz. Ancak mesela son yıllarda mahkemenin aldığı kararlar var, bizim gerçeklerimizden uzak. Yahut bazen bizim ihtiyaçlarımızı karşılamayacak kararlar da verilebiliyor, tabii ki onların da belki göz önüne aldığı bir takım mevzuatları göz ardı etmeksizin söylüyorum, ama bugünlerde servislerde özellikle 12 yaşın üzerindeki araçların kullanılmasıyla ilgili problemler yaşıyoruz. İhaleye girenler karlıklarını artırmak için mahkemenin verdiği bir karara dayanarak 12 yaş üzerindeki araçları kullanmayı tercih eder hale geldiler. Çünkü amortisman maliyetleri olmuyor. Bu ise uzun yollarda çocukların hırpalanması gibi sonuç doğurdu. Buna benzer sorunlar bazen bizim kontrolümüzün dışında da çıkabiliyor. Özetle şunu söylemek lazım, her şeye rağmen bu kurumun yöneticileri bizleriz ve çocuklarımızın olumsuz şartlarda eğitim almasını ortadan kaldıracak tedbirleri almak bizim görevimiz.

Önemli Olan Sınav İhtiyacını Ortadan Kaldıracak Tedbirleri Almak

Soru: İlköğretim 6. ve 7. sınıflarda kaldırılan 8. sınıflar için uygulanan Seviye Belirleme Sınavı (SBS) bundan sonraki süreçte yeniden uygulanmaya devam edecek mi, başka bir sınav olarak mı uygulanacak, yoksa tamamen kaldırılacak mı?

Bakan Dinçer: Bu konuda şimdiden bir şey söylemek çok zor, daha doğrusu ben en azından söylemek istemem. Benim bakış açıma göre, ortada bir sorun varsa, yani ortada 'sınav' diye bir sorun varsa bu sadece sınavdan ibaret bir sorun değil. Bunun eğitimin diğer boyutlarına bakıldığında okul sayısı, program sayıları, okul çeşitliliği, program çeşitliliği, nitelikli okullarınızın sayısı, derslikleriniz, derslik başına düşen öğrenciniz, öğrencilere sunduğunuz fırsat eşitliği ve imkanların eşitliği gibi pek çok sorun aslında bir başka sorunu ortaya çıkarıyor ve etkiliyor olabilir. Eğer sizin kastınız şu ise 'Bundan sonra sınav yapmayacağız' türü bir karar ise bunu ortaya koyduğunuzda, o zaman nitelikli eğitim yapan okulların sayısı da mevcutla sınırlıysa oraya gitmek isteyen öğrencileri nasıl seçeceksiniz. Çünkü o zaman oraya olan talebin göz önüne alınması gerekecek. Arzın ve talebin dengesiz olduğu bir yerde eğer siz arz ve talep üzerine tedbirler almak için çaba sarf etmez, onun yerine o arz ve talebi dengeleyecek argümanları, araçları gözden geçirmeye kalkarsanız bence bu çok yetersiz bir çaba

olarak ortaya çıkar. O açıdan bakıldığında ben meseleyi bütünüyle bu boyutlarıyla ele almak gerektiği kanaatindeyim. Fırsat eşitliği arttıkça ki bu konuda ülkemiz çok ciddi gelişim sağlıyor, özellikle teknolojik altyapılar daha da yaygınlaştıkça bu soruların cevabını verebileceğimizi zannediyorum. Önemli olan sınavı bir kararla ortadan kaldırmak yahutta bir kararla sınava şekil değiştirtmek değil, önemli olan sınav ihtiyacını ortadan kaldıracak tedbirleri almaktır ve ben doğrusu ona yönelik çalışmaları daha çok tercih ediyorum. Bu biraz da uzun vadeli, biraz daha yorucu, belki biraz daha temelden meseleye bakış gerektirdiği için eleştirilebilir, ama ben doğrusu o yolu tercih ediyorum biraz.

Soru: Katsayıyla ilgili düzenlemenin ardından meslek liselerine yönelimin ne yönde olmasını bekliyorsunuz?

Bakan Dinçer: Her şeyden önce katsayı probleminin ortadan kalkmış olması meslek liseleri için ciddi bir engeli ortadan kaldırmış oldu. Bunun çocuklarımızın meslek liselerine gitmesi konusunda bir motivasyon sağlayacağını doğrusu düşünüyorum. Ancak meslek liselerine gidişin, meslek liseleriyle oranın veya mesleki eğitimin, sadece bu sorunun ortadan kalkmasıyla çözüleceğini var saymak da doğru değil. Bizim meslek liselerimize yönelik başka sorun alanları da var. Mesela piyasanın ihtiyaç duyduğu eğitimi ve kabiliyeti, eğitimi verip veremediği, yetenekleri kazandırıp kazandıramadığı meselesi. Programlarda piyasaya, ihtiyaçlara uygunluğun mutlaka sağlanması lazım. İkincisi, belki piyasaya ihtiyaca uygunluğun devamı olarak belki başka bir şey söylemek lazım, özellikle bizim atölye ve laboratuvarlarımızda teknolojinin çok süratli eskimesi sebebiyle orada öğrettiğimiz ve kullandığımız teknolojilerin piyasada farklılaşmış olması sebebiyle yetersizliklerin ortaya çıktığını görmek lazım. İkincisi ise mesleki eğitim gören çocukların istihdamının kolaylaşmasıyla alakalı tedbirlerin olması lazım. İnsanlar meslek lisesinde okuduklarında daha kolay istihdam edilebildiklerini görürlerse okullara daha çok motive olacaklardır. O açıdan bu boyutlarıyla bakıldığında yeni tedbirler almaya ihtiyaç var kanaatindeyim.

Mesleki eğitimin her şeyden önce piyasaya ve piyasa aktörlerine yakın olması gerekir. Bunun için özel tedbirler için çaba sarf ediyoruz. Bundan sonraki safhada, mesleki eğitimde okuyan çocuklarımızın özellikle stajlarının işletme ortamında yapılması ve bununla ilgili gerekli teşvik tedbirlerinin alınması ve eğitimler bittikten sonra da istihdam edilmeleriyle ilgili tedbirlerin artırılması konusunda çaba sarf etmek gerekecek.

Soru: 2012 yılına yönelik mesajınız nedir?

Bakan Dinçer: Öncelikle tüm eğitim camiasına, öğretmenlerimize ve çocuklarımıza, velilerine ve tüm halkımıza yeni yılın hayırlar getirmesini temenni ediyorum, mutlulukla, sağlıkla bir ömür diliyorum.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber