Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi düşman bile sorgulamadı

Mavi Vatan doktrininin mimarı müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini Montrö'yle sınırlandırmanın yanlış olduğunu söyledi. Yaycı, "Bugüne kadar yapılan yüzlerce anlaşmada egemenlik haklarımız asla sorgulanmamış. Egemenliğimizin sadece Montrö ile kaim olduğu yolunda bir görüş hasımlarımızca dahi dile getirilememiştir" dedi.

Kaynak : Yeni Şafak
Haber Giriş : 13 Nisan 2021 07:05, Son Güncelleme : 13 Nisan 2021 07:17
Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi düşman bile sorgulamadı

Yaycı, son günlerin tartışılan konusu Montrö Sözleşmesi'yle ilgili Yeni Şafak'a şu açıklamaları yaptı: Kanal İstanbul, Montrö'yü etkilemez. Çanakkale Boğazı'ndan girişten itibaren Montrö Sözleşmesi hükümleri geçerlidir. Gemiler ister İstanbul Boğazı'ndan ister Kanal'dan geçsin, aynı hükümlere tabi olacaklardır.

Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (BAU DEGS) Başkanı Doç. Dr. müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, 104 emekli amiralin imza attığı bildiri sonrası alevlenen Montrö tartışması, ABD savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişi, Rusya-Ukrayna geriliminin yanısıra Mavi Vatan'daki son gelişmeleri Yeni Şafak'a değerlendirdi. Montrö Sözleşmesi'ne göre, Türkiye'nin savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişini tam kontrol yetkisine sahip olduğu algısının yanlış olduğunu belirten Yaycı, şöyle konuştu:

GÖREVİMİZ GÖZ KULAK OLMAK

"Montrö Sözleşmesi 28. maddesi uyarınca Türkiye savaş gemilerinin geçmesine, sözleşmeye uyulmadığı konularda göz kulak olacaktır. Bu çok net. Bir diğer husus da Türkiye sanki tek muhatapmış gibi kamuoyuna anlatılıyor, bu doğru değil. Montrö uyarınca ABD gemileri Boğaz'dan geçeceklerini 15 gün önceden bildirdiler ve 21 günlük süre içinde Karadeniz'de kalacaklarını bildirdiler. İki geminin toplam tonajı 13 bin 400 ton ve Montrö kısıtlaması olan 15 bin tonun altında. Uçak gemisi veya denizaltı da değil bunlar. Montrö'ye aykırılığı yok. Biz de bunu imzacı devletlere bildirdik. İmzacı devletlerin herhangi biri bu deklarasyona itiraz etme yetkisine sahip. Böyle bir itiraz da olmuş değil. Buna rağmen Türkiye'yi sanki bir krizin eşiğindeymiş gibi iki ara bir derede bırakmaya çalışıyorlar."

Montrö 9. maddeye göre, gemilerin Tomahawk taşımaları, büyük silahları bulunması dolayısıyla geçmemeleri gerektiğine dair iddiaları da yalanlayan Yaycı, söz konusu maddenin muharip gemiler için değil, akaryakıt veya sağlık gemisi gibi yardımcı gemilere yönelik olduğunu hatırlattı.

KANAL İSTANBUL ETKİLEMEZ
Yaycı, Montrö tartışmalarına iddialar üzerinden şöyle yanıt verdi:

Kanal İstanbul Montrö'yü etkiler mi?: Etkilemez. Çünkü Montrö'de söz konusu olan coğrafya; Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Karadeniz'dir. Montrö hem gemilerin boğazlardan geçiş rejimini, hem de Karadeniz'de kalış süresini düzenler. Tartışma konusu yapılmak istenen geçiş kısmıdır. Çanakkale Boğazı'ndan girişten itibaren Montrö Sözleşmesi hükümleri geçerlidir. Gemiler ister İstanbul Boğazı'ndan ister kanaldan geçsin, aynı hükümlere tabi olacaklardır.
Montrö kalkarsa Lozan Boğazlar Komisyonu'na mı dönülür?: Bu kesinlikle doğru değil. Montrö'nün hangi nedenlerle olursa olsun yürürlükten kalkması halinde bir önceki anlaşmanın geçerli olacağı şeklindeki görüşlerin telaffuz dahi edilmesini son derece yanlış ve sakıncalı buluyorum. Montrö'den önceki bir sözleşme rejiminin canlanması, hukukun genel ilkeleri karşısında da söz konusu olamaz. Çünkü "sakıt olan şey avdet etmez". 1945 sonrası kurulan ve üye ülkelerin toprak bütünlüğünü garanti eden BM Anlaşması'na Türkiye Boğazlar ve Marmara üzerindeki tam egemenliği ile imzacı olmuş, 1975 Helsinki Nihai Senedi ile ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlükleri teyit edilmiş, bugüne kadar yapılan onlarca ve belki yüzlerce anlaşmada Türk kara ve deniz ülkesi üzerindeki egemenlik haklarımız asla sorgulanmamış ve Boğazlar üzerindeki egemenliğimizin de sadece Montrö ile kaim olduğu yolunda bir görüş hasımlarımızca dahi dile getirilememiştir.

Montrö kalkarsa?: O zaman Türkiye kendi egemenlik haklarına göre iç hukuk hükümlerine dönebilir, iç su rejimini uygulayıp istediğini istediği şartta geçireceğini beyan edebilir ya da Montrö rejimini aynen uygulayacağını ve aksine bir müdahaleyi savaş nedeni sayacağını ilan edebilir. Egemen devlet olarak tüm bu haklara sahiptir.

SERBEST GEÇİŞ OLAMAZ

Montrö kalkarsa serbest geçiş rejimine mi dönülür?: Montrö'nün 28. maddesi, sözleşmenin 1. maddesindeki "geçiş ve gidiş özgürlüğü ilkesini" doğrularken, sonsuz, süresiz olmasından bahseder. Buna dayanarak, Montrö kalkarsa herkesin serbest geçiş yapacağını iddia ediyorlar. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü Çanakkale ve İstanbul Boğazları ulusal boğazlardır. Açık denizleri iç sulara bağlar. Montrö'nün sona ermesi halinde serbest geçiş rejiminin sonsuz olarak uygulanacağına dair hükmü aslında hukuken geçersizdir. Hukuki bir bağlayıcılığı da kalmaz. Eğer "Montrö Boğazlar'ın tapu senedidir" derseniz, "Montrö yumuşak karnımız" derseniz, hasımlarınız da o zaman yumuşak karnınıza basar. Yunanistan'ın bu sözleşmeye taraf olduğunu, İstanbul'da da gözü olduğunu unutmayın.

Tartışmayı bitirmek lazım

Dünyadaki diğer boğaz ve kanallarla karşılaştırılabilir mi?: Cebelitarık ve Hürmüz boğazları uluslararası boğaz niteliğindedir. Bir açık denizi diğer bir açık denize bağlarlar. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ise uluslararası suları iç sulara bağlarlar. Yine Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı'yla da bunları kıyaslamak doğru değildir. Bu iki kanalın, suni su yolları olduğu ve geçiş rejimlerinin özel sözleşmelerle tanzim edildiklerini unutmamak gerekir.
Montrö tartışmalarına Batılı ülkeler neden sessiz kalıyor?: Bu tartışmaların Türkiye'yi sıkıştırmak için kullanılabileceğini unutmamalıyız. Montrö Sözleşmesi'nin şu anki durumu onların menfaatinedir. Montrö kalkarsa boğazlardan rahat rahat geçemezler. Montrö'nün kalkması, bugün Türkiye için de iyi değildir. Halihazırda kurulu bir düzen var ve istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Sözleşme hükümlerinin varlığı, politik baskıları önlüyor. Biz istikrardan, statükodan yanayız ve o statüko da Karadeniz'de barış ve istikrarı sağlıyor. Niye bunu kurcalayalım? Ortada denge sağlayıcı bir sözleşme vardır. Dolayısıyla bu Montrö tartışmasını ortadan kaldırmak, gündemden çıkarmak lazım. Bunlar bizim milli menfaatlerimize zarar veriyor.

Rusya ve Ukrayna'da arabulucuyuz

NATO'nun Rusya-Ukrayna krizine dahil olması halinde, Türkiye'nin de ittifakın bir üyesi olarak NATO yükümlülüklerini yerine getireceğini belirten Yaycı, "Ama böyle bir karar NATO'da konsensusla, oydaşmayla alınıyor. Burada herkesin oy hakkı var. Türkiye'nin de veto yetkisi var. Bu da tabii ki siyasilerin vereceği bir karardır" dedi. Yaycı, "Ukrayna bu süreçte NATO'nun bir üyesi olabilir mi?" sorusuna da "Hayır olamaz. Topraklarının bir kısmı işgal altındaki bir devlet NATO'ya üye yapılamaz. Böyle bir durumda doğrudan NATO'nun 5. maddesi yürürlüğe girer. Mevcut durumda Ukrayna'yı NATO'ya almak NATO'yu savaşa sokmak demektir" cevabını verdi. Türkiye'nin bugüne kadar Karadeniz'de barış, istikrar ve güvenlikten yana olduğunu, bölgesel sahiplik ilkesini prensip edindiğini, "Karadeniz Karadenizlilerindir" anlayışıyla dış müdahalelere her zaman soğuk baktığını, Karadeniz'in bir barış denizi olmasını sağladığını anlatan Yaycı, "Karadeniz asayişi en iyi olan, en huzurlu denizdir. Karadeniz'in etrafındaki kara bölgelerinde birtakım sorunlar var. Ama onu deniz ortamıyla karıştırmak doğru değil. Türkiye Karadeniz konusundaki milli duruşunu devam ettiriyor. Coğrafya değişmeyeceğine göre Rusya, Ukrayna ve Gürcistan ile iyi ilişkilerimiz var ve bu ilişkilerimizin bozulması Türkiye'nin aleyhinedir. Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında iyi niyetli arabulucu rolü güdüyor ve bu rolümüzü devam ettirmeliyiz" diye konuştu.

Olası anlaşmaya karşı Kıbrıs'la ortak formül

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda da Yaycı, Yunanistan'ın talepkar tutumuna işaret etti. "Yunanlar ve GKRY, yutamadıkları şeye sorun diyorlar. İki devletli çözüm konusunda ilerlenmesi gerekmektedir. Özellikle GKRY'de birtakım komisyonlarda Kuzey Kıbrıs temsilcilerinin yer aldığını görüyoruz ki, bunların olmaması gerek. 2 devletli çözüm dışında bir çözüm gerçekçi değil. Bunun dışındaki her çözüm adanın tümünü AB toprağı yapar ve adadan Türk askerinin çekilmesine neden olur. Bu durum da, ne söylenirse söylensin garantörlüğü kaldıracaktır. Her devletin askeri üslenme konusunda çok hevesli olduğu uçak gemisi niteliğindeki Kıbrıs'ta Türkiye'nin varlık ve kazanımların korunması menfaatimizedir" diyen Yaycı, KKTC'nin ada çevresindeki denizlerde daha güçlü olabilmesi için de şu öneride bulundu: "Türkiye'nin İsrail ile ya da Doğu Akdeniz'de diğer devletlerle deniz yetki alanı paylaşımı anlaşması imzalaması durumunda, KKTC ile de ortak kullanım anlaşması imzalayıp kazanılan deniz alanlarının KKTC ile ortak kullanımda olduğunu ifade ederse, böylece Türkiye'nin kazancı KKTC'nin kazancı, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Mavi Vatan'ı, Kuzey Kıbrıs'ın da Mavi Vatan'ı olur. Bu durumda iki sonuç ortaya çıkar: Birincisi Türkiye kazanınca KKTC de kazanır. İkincisi ise, şu anda adanın güneyinde sözde GKRY'ye ait olan alanlar, KKTC tarafından bu şekilde kazanılarak GKRY'nin oyunu bozulur. Türkiye-İsrail ya da Suriye, Lübnan ve Mısır antlaşmasının hemen akabinde, Türkiye'nin deniz yetki alanlarını Kuzey Kıbrıs ile ortak kullanım alanı olarak ilan ederse, Mavi Vatan'da büyük bir kazanım elde etmiş oluruz."

Çiti çektik tapuyu aldık

Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın kıyısı olmadığını, Yunanların da bunu birçok kez yazılı ve sözlü olarak belgeleriyle itiraf ettiğini anlatan Yaycı, "Türkiye, Doğu Akdeniz'de Yunanistan ile pazarlık etmemeli, Yunanistan'ı muhatap almamalıdır. Yunanistan haddinden fazla emelleri olan bir devlettir. Beş kez savaşta yenilerek sınırlarını büyütmüştür ve bunu da Türkiye'den toprak alarak yapmıştır. Denizlerde de aynı oyuna gelmemeliyiz" dedi. Yunanistan Dışişleri Bakanı'nın istişari görüşmelerde "Türkiye bizi memnun edemezse AB ile konuşur" açıklamasını da hatırlatan Yaycı, "AB'nin kara sınırları, deniz sınırları gibi bir şey yoktur. AB üyesi devletler egemenlik haklarını AB'ye devretmemiştir. AB bir federal ya da konfederal bir yapı değildir. AB, ağırlıklı ekonomik ve hukuki uyumluluklar içeren bir yapıdır. Buna rağmen, 'Burası AB'nin deniz sınırıdır" diyen tek devlet vardır, o da Yunanistan' diye konuştu. Yunanistan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı tarafından Libya Milli Birlik Hükümeti Başbakanına yapılan "Türkiye-Libya deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasından vazgeçin" çağrısına da değinen Yaycı, "Libyalı yöneticiler Libya halkının haklarından vazgeçmek ve kazandıkları deniz alanlarını Yunanistan'a vermek istiyorlarsa, bizim söyleyebileceğimiz bir şey olamaz. Ancak bizim açımızdan olay şudur. Biz çitimizi çektik ve buranın tapusunu aldık. O iş bitti. Ama onlar tapularını Yunanistan'a verecekse kendileri bilir" dedi.

Kıymet Sezer

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber