Eker: Uzun ömürlü süt zararsız

Kaynak : Habertürk
Haber Giriş : 06 Ekim 2014 10:44, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Eker: Uzun ömürlü süt zararsız

Muhsin KIZILKAYA

Bakandan çok bir filozofa benziyor Mehdi Eker. Saatlerce konuşsa, ağzım açık dinlerim. Neden bahsederse etsin, bir şiirsellik katar, dinletir. İnsana, 'İşini vicdanıyla yapıyor' duygusu verir. Keşke tarım, yiyecek, et fiyatı, bozuk gıda gibi konuları değil de tasavvuf, bizi yoksullaştıran şeyler, felsefe, kültür konuşsaydık. Ama o, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı, ben de bir gazeteci... Yani "iş" konuştuk.

Temel sorunlarımızdan biri olan et fiyatlarından başlayalım. Dünyada et fiyatları ucuz, bizde pahalı deniyor. Öyle mi?

Hayır. İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde satış birimi libredir. Libre 444 gramdır, bizde kilogram. Sen orada etiketi libre olarak görüp kg olarak okuyorsun. Oradaki etiketi görenler 'Et 5 dolar, bizde 10 dolar' diyor. Öyle değil aslında. Bizde kırmızı et üretiminde iklim dezavantaj. Vatanımız cennet ama bize cennet, hayvanların cenneti değil. Yılda ortalama 450 milimetre yağışla nasıl cennet olacak? Sığırlar cüsseli hayvanlar, belirli bir meyil üzerinde yürüyemez. Coğrafyamız da uygun değil, sığırları Karadeniz'de yetiştiremezsiniz. Bizde yem pahalı çünkü yeteri kadar yeşil ot yok. Biz coğrafyamıza ait olmayan bir varlığı alıp buraya getiriyoruz. Örneğin bir Holstein inek süt fabrikasıdır. Günde 35 litre süt verir. 1 litre sütün teşekkülü için memede 500 litre kan dolaşması gerekiyor. Bunun için hayvanın günde en az 100 litre temiz su içmesi lazım, artı kalsiyum, fosfor, protein, yağ, karbonhidratı karşılayacak yem vermen lazım. Ve bu yem bedava olmalı yoksa rekabet edemezsin.

Biz ne yapıyoruz?

Hayvanlar ikiye ayrılır, sütçü ve besici ırk. Biz sütçü ırkı beside kullanıyoruz. Ben dedim ki Türkiye'de artık eti etçi ırktan, sütü sütçü ırktan alacağız. Ama bizde etçi ırk yok. Avrupalılar, Amerikalılar 100 sene önce etçi ırkı geliştirmiş. Biz sığır coğrafyası değiliz. 1925'te İsviçre'den Montofon ineğini getirmişiz, bunlardan süt almışız. Erkeklerini de besi yapmışız. Bu ekonomik değil. Bütün bu saydıklarım bizde etin pahalı olmasının sebepleri... Etçi ırkla sütçü ırk arasındaki randıman en az 15 puan. İkisi de erkek, ikisi de dana ve aynı yaşta. Birisinin kemik yapısı ince daha çok et var, ötekinin kemiği iri az et var. İkisini de aynı yaşta besliyor, aynı yemi veriyorsun, biri o yemi daha hızlı ete çeviriyor, öteki daha yavaş. Kesime götürüyorsun birinin randımanı yüzde 50, ötekinin yüzde 65... Bunu değiştirmeye karar verdim. Türkiye'ye uygun bir etçi ırk getirelim, burada yetiştirelim dedim. Angus getirdik. Kırmızı eti daha da ucuzlatmanın yollarını araştırırken, olmadık hakaretlere uğradım.

Yani biz koyun yetiştirmeye bakacağız.

Evet, biz koyun memleketiyiz. Bakanlığa gelir gelmez koyun ve keçi yetiştiriciliğini destekleme kapsamına aldım. Cumhuriyet tarihinde bunu ilk yapan bakanım. Koyun ve keçi bu coğrafyanın kendi varlığı.

'TÜRKİYE AB STANDARTLARININ ÜSTÜNDE'

Bu coğrafyanın bize sundukları, ürettiklerimiz bize yetiyor mu?

Hem de fazlasıyla.

Şöyle haberlere rastlıyoruz: '13 yaşında hamile kaldı, çünkü hormonlu çilek yedi.' Nedir bunun aslı?

Bir kere çilek, üretiminde hormona ihtiyaç hissetmeyen bir üründür. Bunlar korkunç birer cehalet örneği. Çilek dışında kalan diğer meyve ve sebzelerde, örneğin serada yetiştirilen domateslerde bile hormon kullanılmıyor.

O vakit niye bazı çilekler küçük, bazıları domates kadar?

Bu tamamen ırkla alakalı. İnsan gibi, bazıları ufak tefek, bazıları da çam yarması; biri sarı, öteki esmer.

Türkiye'de yediğimiz sebze ve meyvelerin hiçbirisinde hormon kullanılmıyor mu yani?

Hiçbirisinde yok demek doğru değil. Ama ticarete konu olan hiçbirisinde kullanılmıyor.

Peki hormon ne?

Domatesin her açan çiçeğinin meyveye dönüşebilmesi için, tozunun bir başka çiçeğin tozuyla bir araya gelmesi gerekiyor. Açık alanda yetiştiricilik yaptığımızda, bunu kuşlar, arılar, böcekler, rüzgar yapar. Sera, steril bir alandır. Eskiden bitki gelişim düzenleyicisi, yani halkın hormon dediği birtakım kimyasal ilaçlar döllenmeye yardımcı olmada kullanılıyordu. Ben göreve gelince, seralarda bu amaçla kullanılan ve anavatanı Anadolu olan Bombus arılarının kullanımını teşvik kapsamına aldım. Hangi sera sahibi bu arılardan alır ve serasında kullanırsa ona para veriyoruz.

Bu arılar ne yapıyor ki?

Seranın içerisine bırakılıyor, çiçekten çiçeğe konarak hepsini birbiriyle döllüyorlar. Teşvik kapsamına alınca bu arıyı üreten tesisler de kuruldu.

Küçük üreticinin kuşlar, böcekler ürünlerini yemesin diye kullandıkları ilaç ne?

Zaman zaman haşerelere karşı, birtakım hastalıklara karşı zirai karantina ilaçları kullanılır.

Bu ilaçlar kullanıldığı zaman hayvanlar artık o ürüne dadanmıyor, yemiyor. Peki kuşların, böceklerin yiyemediğini biz niye yiyoruz?

Mekanizma tam öyle değil. Bitkiyi hastalıklardan korumak maksadıyla ruhsatlandırılmış ilaçlar var. Böcek öldürücü ilaçlar, haşere ilaçları dünyanın her coğrafyasında kullanılıyor. Tıpkı insanların reçeteyle ilaç alması gibi... Bunların satışları ve uygulamasının kontrol altında olması lazım, dozajı iyi ayarlanmalı. Bu yapılmadığı zaman katkı kalıntı bırakır. Bu da olumsuz etki yapar. Biz bunlara karşı uzun tedbirler aldık, mevzuatı değiştirdik. Ben göreve geldikten sonra 100'e yakın kimyasal maddenin bırakın zirai üretimde kullanılmasını, Türkiye'ye girişini bile yasakladım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bu konularda Türkiye AB standartlarının üstünde.

'2002 yılında koyun ve keçi sayımız 31 milyondu, şimdi 42 milyona çıktı'

Koyun varlığımız arttı mı peki sizin döneminizde?

Evet. 2002'de Türkiye'de toplam koyun ve keçi varlığı 31 milyondu. 2006'da destekleme kapsamına aldım. Şu an toplam 42 milyon. Esas problem, düşüşü durdurmaktı bunu becerdik.

Bu sayı kaça çıktığında et ucuzlayacak?

Ucuzlama değil, değerinde satılması demek lazım... Türkiye'de üretici enflasyonu yüzde 6.3, ama tüketicinin ödediği yüzde 14.5... Aradaki 8 puanlık fark kimin cebine girdi ve bunu nasıl kontrol edeceğiz? Şu anda bununla uğraşıyoruz ve bu sadece Tarım Bakanlığı'nın işi değil. Üreticinin cebine bir şey girmiyor, ucuzlaması bütün sistemin değişmesine bağlı.

Bazı domatesler domates, bazı salatalıklar salatalık kokar. Bazıları hiç kokmaz. Neden?

Bu cinsle, çeşitle alakalı. Eskiden insanlar sadece kendileri için üretim yapardı ve çeşidin verimine değil lezzetine önem verirlerdi. Çünkü ticari bir kaygı yoktu. İnsanlar pazar için üretim yapmaya başlayınca rakipleri oluştu, fiyat rekabetine giriştiler. Dolayısıyla maliyeti dikkate alıyorlar artık. Pazara dönük satıyorlar. Örneğin büyük marketler, 'Müşterilerim dayanıklı mal istiyor, ben de ona göre mal alırım' diyor. Yani süpermarket üreticiye 'Bana şu çeşitten domates getir' diyor. Örneğin büyük yemekhaneler portakal verecek, biri büyük biri küçük olmaz, dağıtırken birbirine yakın mal istiyor üreticiden. Bu durumda siz ne yaparsınız? Çeşit geliştirirken, büyüklüklerinin birbirine yakın olmasına dikkat edersiniz. Bunların hepsi ıslah ile mümkün. Yani doğal melezlemeyle çeşit geliştiriyorsunuz. Geliştirilen bu yeni çeşitlerin esas tayin edici faktörü pazarın talebidir.

Başka faktörler neler?

Eskiden insanlar bir ürünü sadece kendi mevsiminde tüketirdi. Ama şimdi büyük şehirlerde insanlar mevsiminin dışında da talep ediyor. Mevsiminde yemediğin zaman, serada bir ortam oluşturuyorsunuz, o ortamda daha çok ekonomikliğini dikkate alarak üretim yapıyorsunuz. Güneşin ısısı yetmediği için serayı ısıtıyorsunuz. O zaman da koku, tat, lezzet gibi şeylerden feragat ediyorsunuz.

Bahsettiğimiz üretimin sağlığa olumsuz etkisi yoksa, organik tarıma ihtiyaç neden?

Organik tarım bir hayat biçimidir. Modern akıl, tabiatı hiçe sayıyor. Ben içinde yaşadığım tabiat şartlarına hükmedeceğim diyor. Bunu kabul etmeyen, doğru bulmayan akıl da diyor ki, 'Bunu bu kadar zorlamayın, biz tabiatın parçası isek, o tabiatın devranına biz uyalım. Yaşam deveranımız tabiatınkiyle uyumlu olsun.' Bu bir tercihtir ve doğru bir akıldır. Burada karşımıza iki faktör çıkıyor: Birisi, üretimin değil tüketimin belirleyici olduğu, talebin her şeyi belirlediği bir sistemde insanların bütün taleplerini karşılayabilir misiniz? Bunu yapamadığınız zaman da insanlar açlıkla karşı karşıya kalacak. Şu anda dünyada 950 milyon insan aç... Her sene 5 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Peki mevcut üretim sistemi, modern üretim sistemleri o insanların açlığını gideriyor mu? Hayır. Bugünkü üretim sistemimizi tamamen organik yaptığımızı düşünelim. Mevcut üretimimiz yüzde 40'a düşer. Bu durumda üretim yüzde 60 azalırsa, açlık belasıyla karşı karşıya olan 950 milyonun durumu ne olacak? Buna yüz milyonlar eklenir mi eklenmez mi? İşte can alıcı nokta bu... Nimete, ürünlere hikmetle yaklaşabilirsek, örneğin israfı ortadan kaldırabilirsek, o zaman kaybettiğimiz ürünlerin büyük bir kısmını telafi ederiz. Şu anda dünyada her yıl 1.3 milyar ton gıda israf ediliyor. İsraf edilen bu gıda 900 milyon insanın karnını rahatlıkla doyurur

İsraf demişken, bizde yılda ne kadar ekmek israf ediliyor, biliyor muyuz?

Yılda 6 milyar ekmek israf ediliyordu. 2013'te bir kampanya başlattık, yüzde 25 azalttık.

'UZUN ÖMÜRLÜ SÜT ZARARSIZ'

Süt en çabuk bozulan şey. Ama market raflarında ömrü 2 ay olanlar var. Nasıl oluyor?

Ambalaj ve sterilize edilmesi sayesinde korunuyor. Sağlığa hiçbir zararı yoktur.

Peki organik tavuk olur mu?

Teorik olarak evet. Organik tavuk, serbest alanda büyüyen köy tavuğudur.

Ama organik tavuk satan büyük markalar var şimdi.

Bir alan oluşturursunuz, etrafını kapatırsınız, egzoz dahil tüm kimyasallarla ilişkisini kesersiniz. Sonra ona sadece denetim altında üretilmiş, hiç kimyasal gübre, ilaç kullanılmamış hububattan elde edilen yemler verirsiniz. Bu organik tavuk olur. Ama çok kolay değil.

Şimdi büyük marketlerin organik bölümleri var. Bunlar gerçekten de organik mi?

Bunlar yetkilendirilmiş kuruluşlar tarafından denetleniyor. Organik ürün sertifikası veren kuruluşlar var. Bunlar bu işe ehil midir, değil midir tespit ediliyor. Kaçak göçekleri de biz takip ediyoruz ve yetki belgesi iptal ediyoruz.

Organik yumurta markasının organik tavuk markası yok. Bu nasıl oluyor?

Organik yumurta organik tavuktan çıkar. Bu yumurtayı yapan tavuğun organik şartlarda yaşaması lazım.

'100 BIN ÇEŞIT TOHUM SAKLIYORUZ'

Yakın zamanda, 'Eyvah bitecek' dediğimiz bir ürünümüz var mı?

Biz türleri tespit ediyoruz. Bunları geliştirip korumak için projeler geliştiriyoruz. Mesela mandanın sayısı giderek azalıyor. Şimdi koruma altına aldık, sayısını artırmak için teşvik veriyoruz. Mesela tiftik keçisi, sadece Ankara'da yaşıyor. Zaman içinde ekonomik olmadığı için insanlar yetiştirmeyi bırakmış. Korumaya aldık. Bitkilerde de geleceği teminat altına almak için dünyanın üçüncü büyük tohum gen bankasını kurduk Ankara'da. Şu anda orada 100 bin çeşit tohum saklıyoruz. Anadolu'da ne varsa hepsini topladık. Oraya kimse giremiyor. Girenler de özel kıyafetlerle giriyor, sürekli kontrol altında. Bu bir sigorta

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber