Tarımda bilim nerede?

Tarımsal eğitimde seviyenin düşük olmasının, tarımsal işleyişin güncel ve üretken bir yapı kazanamamasının ve tarımın gittikçe ithalat ağırlıklı bir hal almasının tüm suçu politikacılarla bürokratlarda mı?

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 06 Mart 2019 13:35, Son Güncelleme : 06 Mart 2019 13:37
Tarımda bilim nerede?

Bakanlıkta bürokrat atamalarında bile etkili olabilen, toplantılarda hep başı çeken, bürokratları yönlendirmede etkin olan akademisyenlerin hiç kabahati yok mu? Birçok konuda kendi çalışanını dinlerken pek de önemsemeyen bürokrat, isminin önünde akademik unvanı olan bir akademisyeni can kulağıyla dinleyebilmektedir.

Eski Türkiye anlayışından kalma bir kısım derin akademisyenler, acaba bir gün aynaya bakıp tarımsal eğitimin, bilimin ve tarımsal üretimin geldiği noktadaki paylarını gerçekten görmek isterler mi? Ve bugün yaşanan ve bir türlü değiştirilemeyen, hala işlemde olan anlayıştan bir Aziz Sancar çıkar mı?

Tarımdaki bilimsel söylem uygulamadaki karşılığına denk düşüyor mu?

Sonunda istediği fırsat önüne gelmişti. Bir televizyon programına davet edilmiş kendine de bir mikrofon uzatılmış söz söyleme ve bilimini konuşturma fırsatı verilmişti. Her ne kadar bölgesel bir televizyon kanalı olsada fırsat bu fırsattı, belki etkili ve sansasyonel konuşursa ulusal basının da ilgisini çekebilir ve kitlesel etkileşimi daha büyük ortamlara davet edilebilirdi. Zaten ünlü ve saygın olmak böyle olunmuyor muydu? Yıllardır bu tür fırsatlar kendini hep es geçiyordu. Bir çok mevkidaşı önemli pozisyonlarda, iri iri ünvanlarla söz sahibi olmuş, toplumun tepe yerinde bilimsel cenklerde başı çekiyorken kendisi bunca yılın birikintisini iyi bir bakiyeye çevirememiş olmanın kompleksini yaşıyordu. Oysa neler yapmamıştı ki! CV'sinde yayın bölümünü epey kabartmış, ilgili ilgisiz projelerde görev almış, ulusal ve uluslararası etkinlikleri kaçırmamış, önemli insanlara yakın durmak için elinden geleni yapmış, selfiler çektirmiş, şirinlikler yapmış, kendi alanında bir sürü bilimsel ve toplumsal etkinliklere katılmış, sivil toplum kuruluşlarına üye olmuş, sivil-resmi demeden her toplaşmanın olduğu yerde bitmiş, güncel güce uygun mesajlar vermiş, şiirler okumuş, menkıbeler anlatmış, ama bir türlü yeterince dikkat çekememişti. Sonunda aidat ödeyerek üye olduğu bir kuruluşun araya girmesiyle böyle bir programa davet edilmişti.

Şimdi fırsat doğmuş, sesini duyuracağı küçük de olsa bir ortam bulmuş ve katılımcısı olduğu "tarımda bilimsel sesleniş" programı başlamıştı. Programın konukları da tam dişine göreydi. Çiftçi, ziraatçı ve bürokratın yanında akademisyen olarak da kendisi vardı programda. Herkes gibi programa katılanlarında hocalara saygısının ve çekincesinin olduğunun da farkındaydı. Bunu iyi kullanmalıydı.

Moderatör'ün söz hakkı vermesi ile başlayan oturum da; çiftçi, yeterince verimli yerli tohum bulamadığını, tarımsal girdilerin çok pahalı olduğunu, tarımsal desteklerin yetersiz kaldığını ve tarımsal işleyişte bir düzensizlik ve karmaşa olduğunu ve bu durumun düzeltilmesinde bilim insanlarının yeterince ellerini taşın altına koymadıklarını ve çiftçinin anlayabileceği ve uygulayabileceği tarzda bir yaklaşımlarının olmadığını dile getirdi. Çiftçi bu görüşüne Hocanın açıklık getireceğini düşündü.

Ziraatçi, okulda öğrendikleri ile şu an yaptıklarının alakasının olmadığını, okuldaki uygulama derslerinin çoğunlukla yeni başlayan bir asistan tarafından verildiğini, uygulama dersinden sorumlu asistanın da aslında öğrenme sürecinde olduğu, tecrübesinin olmadığı ve dolayısıyla pek bir şey öğretemediğini, dersin asıl hocasının da uygulamadan çok teorik bilgilerle dersleri geçirdiğini dolayısıyla bu alandaki aldığı eğitimin yetersizliğini vurgulayarak asıl öğrenme işinin işe başlayınca gerçekleştiğini açıkladı. Uygulamayla ve uygulamalı eğitimle buluşmayan ve öğrenciyi buluşturmayan akademisyenlerin çalışmalarının ülke tarımına bir fayda getirmeyeceğini anlatmaya çalıştı. Ziraatçı da çiftçi gibi hocasının engin bilgisiyle bu duruma açıklık getireceğini düşündü.

Bu kez mikrofon mevsimlik bürokrattaydı, "ben ekim mevsiminde geldim, hasatta, harmanda olmayabilirim" düşünce ve söylemi dahilinde sürekli mevzuat hakkında konuşarak iyi dilek ve temennilerin yanında hocaya hürmet babından söylemlerle sırasını savdı. Birçok şey söyledi ama dinleyenler sanki hiçbir şey söylememiş gibi hissetti.

Bu kısa konuşmaların ardından söz alan ve programın genelinde söz kendinde kalan Akademisyen, konuşmaya Mevlana'yla giriş yaparak dikkatleri üzerine çekti. Çiftçinin, ziraatçinin ve bürokratın dile getirdikleri konulara gerçekçi ve çözüm odaklı bir yorum yapmak yerine, aynı sorunlardan kendisinin de şikayetçi olduğunu ancak konunun muhatabı ve sorumlusunun kendisi olmadığını söyleyerek asıl hedefindeki gündeme geçiş yaptı. Hedefindeki konu kendi yaptıklarıydı. Yaptıklarını, düşündüklerini konjonktüre uygun olarak açıklarken, belki birileri dinler önemli yerlere adımı fısıldar diye düşündü. Alanında yazdığı akademik makalelerden, bazısının bizzat içinde bulunduğu, bazısının kıyısında köşesinde görev aldığı ulusal ve uluslararası tarımsal projelerden uzun uzun örnekler verdi, bilimsel tespitlerini sıraladı. Bu tespitler her ne kadar bu alanda çalışan diğer araştırmacı ve akademisyenlerinki ile çelişkili olsa da, toplumu yönlendirmede kendinin ak dediğine diğer meslektaşları kara diyor olsa da, görüşlerinin iri iri cümlelerle savunarak tespitlerini sıralamaya devam etti. Bu arada da kendi alanında farklı tespitler ve görüşler bildirmiş olan diğer akademisyen ve araştırmacıların yetersiz ve tecrübesiz olabileceğinden hatta farklı amaçları olabileceğinden bahsetmeyi de ihmal etmedi.

Bütün bu konuşmayı mevsimlik bürokrat hayran hayran dinlerken yıllarını bu yolda tüketmiş emekliliği gelmiş, bu alanda tecrübe ve birikimi olan ziraatçı söz hakkı alarak tarımsal alanda birkaç bilimsel istatistiki bilgi paylaştı ve akademisyene sorular yöneltti.

Ziraatçı, öncelikle tarım ve biyoloji biliminde dünya sıralamasındaki yerimizin 28'inci, tarım ve bitki biliminde ise yerimizin 19'unculuk olduğunu ve komşumuz İran'dan her iki alanda da 10 basamak daha geride olduğumuzu vurgulayarak başladı konuşmasına. Eğitimde ise açıklamalarına bir örnek sorgulama ile devam etti. Örneğin, sizlerin, 4 yıl boyunca üniversitenin tüm imkanlarını kullanarak eğitim verip öğretemeye çalıştığınız ve görünen o ki öğretemediğiniz "bitki ıslahçılığını", sıradan bir birliğin hangi yetkiye dayandığı belli olmayan ve de devletin personelini kullanarak bir haftalık teorik eğitim ve yine devletin resmi kuruluşlarını kullanarak birkaç haftalık uygulamalı eğitimle, istediği parayı veren herkesi ıslahçı yapmasını tarımsal eğitimin ve eğitimde kalitenin neresine oturtabiliriz? Dört yıl boyunca ziraat fakültelerinin bu alanda verdiği eğitimi yok sayan zihniyetin, sadece para ve güç için organize ettiği bu tür korsan eğitime ses çıkarmayan, görmezden gelen akademisyenler, aslında kendilerini inkar etmiş olmuyorlar mı?

Ziraatçı konuşmasının devamında akademisyenin alanı ile ilgili üretimdeki çeşitlerin %70'inin yabancı çeşitler olduğunu ve ayrıca bu alanda kendi üretimimizin kendimize yetmediğini gerek hammadde olarak gerekse ürün olarak ithalatın gittikçe arttığını dile getirerek akademisyene şu soruyu da yöneltti; Bilimsel akademik araştırma ve projelerde dünyadaki yerimiz bu iken, anlatmaya çalıştığınız bilimsel yayınların, makalelerin, ulusal ve uluslararası katılımlarınızın, uygulamalı eğitimdeki, tarımsal üretimdeki ve tarım politikalarındaki etkisini ve katkısını neden göremiyoruz?

Akademisyen açıklamalarında, öncelikle bilimsel çalışmalardan sorumlu olduklarından söz etti. Kendilerine sorulmadığını, bunların sistemsel sorunlar olduğunu, kendilerinin de sistemin dışına çıkamayacaklarını vurguladı. Ayrıca üniversitelerin bütçe yetersizliğinden, arazi ve ekipman yetersizliğinden, öğrencilerin öğrenme isteksizliğinden, araştırmacıların akademisyenleri dikkate almadığından, çiftçinin bildiğini yaptığından, bilim insanı olarak politik ve siyasi yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğinden bahsederek durumu kurtarmaya çalıştı, sorunu kendinden ve akademik camiadan uzak tutmaya çalıştı.

Gördüğümüz ama fark edemediğimiz ya da fark etmek istemediğimiz gerçekler

Telefonla programa katılan duayen bir akademisyen meslektaşının imdadına yetişti ve bazı itiraflarla birlikte gerçekçi bir tablo çizmeye çalıştı. Öncelikle bakış tarzının farklılığını gündeme getirerek her kademedeki sorumluların olaylardaki önceliğinin farklı olduğunu ve bu nedenle de görüş farklılığının uygulama bütünlüğünü olumsuz etkilediğini, kişisel çıkarların, makamsal var olmaların, grupsal yaklaşımların, kademeler arası çekişmelerin sürdüğünü ve bunların gündemi ve politikayı belirlemede etkili olduğunu vurgulayarak bunlardan dolayı tarımsal eğitimde, bilimde, uygulamada ve tarımsal ekonomide ülkesel bütünlüğün sağlanamadığını belirtti.

Tarımda Bilim İnsanı portresi nasıl görünüyor?

Bu konuşmanın ardından ziraatçı söz alarak duayen akademisyenin gündeme getirdiklerini net ve basit ifadelerle daha açıklayıcı bir şekilde biraz da Zülfi yare dokunarak eleştirel bir yaklaşımla ortamı farkındalığın zirvesine taşıdı.

Öncelikle bilim masa başılıktan çıkarılmalıdır. Nasıl ki ziraatçılar tarlalarda olmalı diyorsak bilim insanları da uygulama alanlarında olmalı. Birkaç bilim insanının uygulama alanında olması yetmez.

Masa başında önlerine aldıkları makalelerin, projelerin, çalışmaların teorik olarak gümbür gümbür eleştirisini yapan bilim insanları aynaya bakmalı ve görmeliler; unvanlarını ve akademik kariyerlerini kullanarak masa başında engelledikleri çalışmaların da bir emek dahilinde yapıldığını, bir çabanın ürünü olduğunu görmeliler.

Kendi çalışmalarında objektiflik bekleyenler, başkalarının çalışmalarında da objektif olmalılar.

Akademik çekişmelerini bilimden, ülkenin tarımından, çalışanın çalışmasından, çiftçinin çabasından uzak tutmalıdırlar.

Kendi anlayışındaki çalışanları ve çalışmaları göklere çıkarırken kendinden farklı anlayıştaki çalışanları ve çalışmaları bir "hiç" konumuna düşürmemelidirler. Sonuçta herkes bu ülke için çalışmaktadır.

Çiftçiye, tarlaya, ziraatçıya ulaşmayan/ulaşamayan akademisyenler, onların kendilerine ulaşmasını beklememeliler.

Akademik başarının ölçüsü öncelikle her zaman uluslararası değerlendirmelerdir. Yayınların, çalışmaların, projelerin kalitesinin bu arenada tayin edildiğinin bilinciyle başkalarını eleştirmelidirler.

Dönüp bakmalılar aynaya... tarıma destek adı altında kendi şahsi akıbetlerini garanti altına almak, güçlenmek ve güçlülerden görünmek için üye oldukları ve faal olarak katkı sağladıkları ve birlik adı altında mafyalaşan tarımsal sivil toplum kuruluşlarının devlete ve tarıma katkıdan çok gerçekte tarımın ve devletin parazitleri olduğunu görmeliler.

Dönüp bakmalılar aynaya ve görmeliler... vazife verildiğinde bu vazifeye gidersem ders ücretimden daha az para geçecek elime öyleyse mazeret bildireyim gitmeyeyim diyen üç kuruşun hesabını yapanları görmeliler.

Kendini özel toplantılara çağıran/çağırtan özel sektörün oluşturdukları oluşumlara katılıp "ne şiş yansın ne kebap" yaklaşımları ile açıklama yaparken bu güçlere sırtını dayamayı reddederek özgün duruş sergileyenleri görünce itici ve marjinal yaftaları ile özgün duruş sahipleri üzerinden şov yapanları görmeliler.

Toplantılarda, buluşmalarda üç-beş alkış uğruna Mevlana'nın, Yunus'un dizelerini okuyan ve nice alimleri örnek aldıklarını sözel ifadelerle gündem eden ancak yaşantılarıyla kendilerini ele veren içselleştirilmemiş söylemlerin geçici hevesi ile şovda zirve yapan ve böylece bilimi popülariteye kurban eden anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bilimin süsü mütevaziliktir. Örneklik söylenerek değil yaşanarak olunur. Bilmeliler ki, Mevlana'nın Yunus'un ve nice alimlerin bugün dillerden düşmeyen sözleri ve yaptıkları; popülarite için değil, kariyer için değil, makam mevki için değil, maddi bir çıkar için değil sadece ve sadece gönüllülük esası ile içten gelen bir aşkla yapılan eylemlerdir.

Ziraatçı son söz olarak, çalışan ve çalışmak için onlarca yerden onay almak zorunda kalan genele nispetle az sayıdaki ziraatçıya, ülkenin tarımsal üretimde bel kemiği olan çiftçiye en can alıcı soruları soran, en acımasız sorgulamayı yapan, tepeden bakan ama kendileri eleştirilirken alınganlık gösteren bunun yanında fırsat eline geçince bilim kılcını insafsızca sallayan, kendi gibi düşünmeyen meslektaşlarının önünü kesmek için gayri etik yollara başvuran, eski Türkiye anlayışından kalma bir kısım derin akademisyenler, acaba bir günde aynaya bakıp bu saydıklarımızın yanında tarımsal eğitimde, bilimde ve tarımsal üretimde ülkenin geldiği noktadaki paylarını gerçekten görmek isterler mi? Ve bugün yaşanan ve bir türlü değiştirilemeyen, hala işlemde olan anlayıştan bir Aziz Sancar çıkar mı?

M. Murat GÜN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber