El ilanı dağıtan araştırma görevlisine verilen uyarı cezasına AYM'den onay
Kampüs içinde 'Öğrencime dokunma ve asistan kıyımına hayır' yazan el ilanları dağıtan araştırma görevlisi üniversite yönetimi tarafından uyarma cezası aldı. İdare mahkemesinden eli boş dönen araştırma görevlisi bu kez AYM'ye başvurdu. AYM ise, el ilanı dağıtma işleminin 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirterek, red kararı verdi

2017/26800 nolu Bireysel Başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi karadına özetle şu ifadeler kullanıldı:
'..Sonuç olarak başvurucu tarafından ileri sürülen hususların genel bir soruna işaret etmediği, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşımadığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurucunun öne sürdüğü hususlar ile başvurunun koşulları da Anayasa Mahkemesinin başvurucunun önemli bir zarar uğradığına karar vermesi açısından yeterli görülmemiştir.'
Başvurucu, söz konusu işleme karşı Ankara 1. İdare Mahkemesinde iptal davası
açmıştır. İlk derece mahkemesi 14/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir.
Ret kararında, başvurucunun da aralarında olduğu on beş kişilik bir grubun
Sendika adına açılan tanıtım masası ve el ilanları ile ilgili olarak idareden
izin almadığı ifade edilmiştir. Kararda, Sendika üyelerinin 25/6/2001 tarihli
ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun 18.
maddesine göre iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların anılan Kanun'da
belirtilen faaliyetlerine işverenin izni ile katılabilecekleri, somut olayda
izin alınmamış olması nedeniyle işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.
Başvurucunun itirazı üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi (1. Kurul) 21/5/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme talebini ise Bölge İdare Mahkemesi 17/12/2014 tarihinde reddetmiştir.
Bireysel Başvurunun detaylarında neler yer alıyor?
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru, izinsiz tanıtım masası açan ve sendika adına afiş dağıtanın yazılı
olarak ikaz edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
OLAY VE OLGULAR
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
1976 doğumlu olan başvurucu, Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi İktisat Bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu,
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesidir.
Başvurucu, anılan Üniversitenin Beytepe Kampüsünde 2/11/2010 tarihinde bir grup
akademik ve idari personelle birlikte kütüphane önünde önceden izin almaksızın
EĞİTİM-SEN adına tanıtım masası açmış ve "Öğrencime Dokunma ve Asistan
Kıyımına Hayır" başlıklı el ilanları dağıtmıştır.
Belirtilen eylem nedeniyle başvurucu hakkında idare tarafından disiplin soruşturması
açılmıştır. 9/3/2011 tarihli işlem ile başvurucunun 21/8/1982 tarihli ve 17789
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Yükseköğretim Kurumları
Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik)
5. maddesinin (a) bendine göre kurumlarca belirtilen usul ve esasların yerine
getirilmesinde kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak disiplin suçunu
işlediği sabit görülmüştür. Başvurucunun uyarma cezası ile cezalandırılması
gerektiği halde olumlu sicili dikkate alınmak suretiyle anılan Yönetmelik'in
16. maddesi uygulanarak cezai nitelikte olmamak üzere bu defaya mahsus uyarılmasına
karar verilmiştir. Disiplin dışı davranışların devamı halinde başvurucu hakkında
gerekli cezai işlemin yapılacağı kendisine bildirilmiştir.
Başvurucu, söz konusu işleme karşı Ankara 1. İdare Mahkemesinde iptal davası
açmıştır. İlk derece mahkemesi 14/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir.
Ret kararında, başvurucunun da aralarında olduğu on beş kişilik bir grubun
Sendika adına açılan tanıtım masası ve el ilanları ile ilgili olarak idareden
izin almadığı ifade edilmiştir. Kararda, Sendika üyelerinin 25/6/2001 tarihli
ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun 18.
maddesine göre iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların anılan Kanun'da
belirtilen faaliyetlerine işverenin izni ile katılabilecekleri, somut olayda
izin alınmamış olması nedeniyle işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.
Başvurucunun itirazı üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi (1. Kurul) 21/5/2014
tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme talebini ise
Bölge İdare Mahkemesi 17/12/2014 tarihinde reddetmiştir.
Bu karar başvurucuya 19/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Başvurucu 18/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
İLGİLİ MEVZUATTA NELER YER ALIYOR?
A. Ulusal Hukuk
Yönetmelik'in "Uyarma cezası" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
" Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
a - Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde
kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, göreve ilgili
resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kayıtsızlık
göstermek veya düzensiz davranmak,..."
Yönetmelik'in "İyi halin değerlendirilmesi" kenar başlıklı 16. maddesi
şöyledir: "Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan ve iyi veya
çok iyi derecede sicil alan yönetici ve öğretim elemanları ile memurlar ve diğer
personel için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir."
Danıştay Onikinci Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2012/9161, K.2016/1578
sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Dava; davalı idare bünyesinde hukuk müşaviri olarak görev yapan davacı
tarafından disiplin cezası olmaksızın uyarılması yolundaki ... işlemlerile ...
uyarma cezasının ve ... inceleme raporunun iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, [davacının]. disiplin cezası olmaksızın yazılı olarak uyarılması
ise idarelerin iç işleyişine yönelik ceza niteliği olmayan yazışma niteliğinde
olduğundan, tek başına hukuki sebepler doğuran, davacının durumunda değişiklik
yapacak kesin ve yürütülebilir işlemler olmadığından esasının incelenme olanağıbulunmadığı[ndan].
davanın reddine karar verilmiştir.
(.)
Davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği
hususunun bildirilmesine ilişkin işlemler; her ne kadar kamu görevlilerinin
disiplin cezaları dışında ve disiplin cezası niteliği taşımayan bir biçimde
yazılı olarak ikaz edilmelerine imkan tanıyan bir düzenleme bulunmaması nedeniyle
disiplin cezası niteliği taşımasa da, davacının özlük dosyasında bulunan bu
işlemin davalı idarenin davacı hakkında takdir yetkisini kullanacağı çeşitli
işlemlerde dikkate alınabilecek olması karşısında, davacının hukuki durumunu
etkileyebileceği ve bu nedenle de idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi
zorunluişlemler niteliğinde olduğu açıktır.
Bu durumda uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken,
davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği
şeklinde yazılı olarak ikaz edilmesi işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda,
idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir idari işlem bulunmadığı
gerekçesiyle davanın . incelenmeksizin reddinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
B. Uluslararası Hukuk
1/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren 14 No.lu Protokol'ün 20. maddesiyle Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 35. maddesine "önemli bir zarar
görmemiş olma" kabul edilemezlik kriteri olarak eklenmiştir. Bu ilkeye
göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), önüne gelen başvuruda başvurucunun
önemli bir zarara uğramadığını tespit ederse bu başvuruyu kabul edilemez bulabilecektir.
Fakat bu kriterin uygulanmasının hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmasını önleme
amacına dönük iki koruyucu unsur kabul edilmiştir. Bu unsurlar, insan haklarına
saygı ilkesinin başvurunun esastan incelenmesini gerektirmesi ile davanın ulusal
bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmiş olmasıdır.
AİHM, bu yeni kriterin Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hakların
Avrupa düzeyinde korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için
oluşturulduğunu belirtmiştir (Stefanescu/Romanya (k.k.), B. No: 11774/04, 12/4/2011,
§ 35). De minimis non curat praetor (Hakim önemsiz ve küçük işlerle uğraşmaz.)
ilkesinden doğan bu yeni kabul edilebilirlik şartı, bir hak ihlalinin ne denli
gerçek olursa olsun uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek
asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği görüşüne dayanır (Korolev/Rusya
(k.k.), B. No: 25551/05, 1/7/2010). Bu seviyenin değerlendirilmesinde ise ihlal
edildiği iddia edilen hakkın doğası, ihlal iddiasının ciddiyeti ve ihlalin başvurucunun
kişisel durumu üzerinde oluşturacağı olası sonuçlar gözönünde bulundurulur (Giusti/İtalya,
B. No: 13175/03, 18/10/2011, § 34).
AİHM, bu kriteri uygularken başvurucunun önemli bir zarar görüp görmediğini,
Sözleşme ve eki protokollerinde tanımlandığı şekliyle insan haklarına saygı
hususunun şikayetin esası bakımından bir inceleme gerektirip gerektirmediğini,
davanın ulusal mahkeme tarafından gereği gibi incelenip incelenmediğini ele
almaktadır (Tayfun Görgün/Türkiye (k.k.), B. No: 42978/06, 16/9/2014).
Başvurucunun önemli bir zarar görüp görmediğinin tespitinde kendi özel şartları
içinde başvurucunun yaşadığı dezavantajın gözönünde bulundurulması gerekir.
Bu noktada parasal tutar önemli olmakla birlikte her zaman tek ölçüt değildir.
Ayrıca olayda başvurucu için önemli bir prensip meselesi söz konusu olabilir
ancak bu durum AİHM açısından başvurucunun önemli bir zarar gördüğü sonucuna
varmak için yeterli olmayıp başvurucunun subjektif düşüncesinin objektif unsurlarla
da haklılaştırılması gerekir (Korolev/Rusya).
Sözleşme ve protokollerinin güvence altına aldığı insan haklarına saygının başvurunun
esastan incelenmesini gerektirip gerektirmediği hususuyla ilgili olarak AİHM,başvurunun
davalı devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünün netleştirilmesi veya davalı
devletin yapısal bir eksikliği gidermeye teşvik edilmesi ihtiyacının olduğu
durumlar gibi Sözleşme gerekliliklerinin yerine getirilmesini etkileyen genel
nitelikte bir konuyu gündeme getirdiği durumlarda başvurunun esastan incelenmesi
gerekeceğini belirtmiştir (Zwinkels/Hollanda (k.k.), B. No: 16593/10, 9/10/2012,
§ 28).
Bu kapsamda AİHM, söz konusu kriter getirilmeden önce de önüne gelmiş olan
Sözleşme'yle ilgili hususlarda açık ve çokça uygulanmış olan bir içtihadın bulunması
durumunda bu incelemenin yapılmasının gerekli olmadığına hükmettiğini (Van Houten/Hollanda
(kayıttan düşürme), B. No: 25149/03; CEDH 2005-IX ve Kavak/Türkiye (k.k.), B.
No: 34719/04, 37472/05, 19/5/2009) hatırlatarak AİHM içtihatlarını genişletebilecek
veya bunlara katkı sağlayabilecek nitelikte olmayan başvuruları incelemediğini
belirtmektedir (Tayfun Görgün/Türkiye).
Ayrıca AİHM'e göre önemli bir zarar görmemiş olma kabul edilebilirlik kriterinin
Sözleşme kapsamında güvenceye alınan herhangi bir hakka uygulanması kısıtlanmamıştır
(Sylka/Polonya (k.k.), B. No: 19219/07, 3/6/2014).
İNCELEME VE GEREKÇE
Mahkemenin 6/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu; Sendika adına açılan tanıtım masasında dağıttığı el ilanları nedeniyle
hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda cezai nitelikte olmamak üzere
bir defaya mahsus olmak şartıyla yazılı olarak uyarılmasına karar verildiğini,
temelinde sendikal çalışmalar bulunan söz konusu işlemin kendisine ve diğer
Sendika üyelerine karşı gözdağı verme ve kendilerini yıldırma amaçlı olduğunu
belirterek örgütlenme özgürlüğünün ve sendika hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
Başvurucu ayrıca kendisine uygulanan yaptırım özlük dosyasında yer alacağından
bu yaptırımın ileride atama, yükselme ve göreve son verme gibi işlemlerde dikkate
alınacağını ve sendikal faaliyetlere katılım konusunda caydırıcı nitelikte olduğunu
iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir
Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında sendika kararı üzerine yapılan eylemler
üzerine uygulanan disiplin cezalarında kişilerin sendika hakkına müdahalede
bulunulduğunu kabul etmiş ve kişilerin mesleki çıkarlarına ilişkin sendika kararları
çerçevesinde yapılan eylemlerde sendika hakkının devreye gireceğine karar vermiştir
(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014; Mehmet Çağdaş Serttaş, B. No: 2013/8516,
6/1/2015; Nihat Çan, B. No: 2013/8745, 6/1/2015; Ayşe Yılmaz, B. No: 2013/8805,
6/1/2015; Selma Baş, B. No: 2014/1946, 6/1/2015; Hayati Aktop ve diğerleri,
B. No: 2014/4199, 10/6/2015; Selma Demir Taze, B. No: 2014/7668, 10/6/2015;
Abidin Aydın Tüfekçi, B. No: 2013/1315, 15/4/2015).
Somut olayda başvurucunun üniversitede araştırma görevlisi olarak görev yapmakta
iken akademik ve idari personelle birlikte üyesi olduğu Sendika adına tanıtım
masası kurarak el ilanları dağıttığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, başvuru formu
ekinde Sendika üyesi olduğuna dair belge sunmuş olmakla birlikte eyleminin sendikal
faaliyetle bir şekilde ilgili olduğunun değerlendirilebilmesine imkan tanımak
amacıyla ilgili Sendikanın bu konudaki eylem kararını ya da en azından kendisinin
üyesi olduğu Sendikanın işyeri temsilcisi veya yöneticisi olduğuna dair bir
belgeyi ibraz etmemiştir.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının sendika hakkı kapsamında değil
bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
Anayasa'nın 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes, düşünce ve kanaatlerini
söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve
yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber
veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... kamu düzeni, ... amaçlarıyla sınırlanabilir.
"
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının
ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli
bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir."
Başvurucu, tanıtım masası kurmak ve el ilanları dağıtmak eylemini idareden
izin almaksızın gerçekleştirmiştir. Bunun üzerine idare ilgili Yönetmelik'in
5. maddesine göre (bkz. § 14) başvurucunun fiilinin uyarma cezası gerektirdiğini
tespit etmiş ancak başvurucunun olumlu sicile sahip olması nedeniyle aynı Yönetmelik'in
16. maddesi uyarınca (bkz. § 15) işlem yapmaya karar vermiştir. Başvurucunun
fiiline karşılık gelen disiplin cezası olan uyarma cezası en hafif ceza olduğundan
ve 16. maddedeki düzenlemeye göre bir alt cezanın uygulanması gerektiğinden
idarece cezai nitelikte olmamak üzere başvurucunun uyarılmasına ve tekrarı halinde
işlem yapılmasına karar verilmiştir.
Bir kamu görevlisinin herhangi bir fiil veya davranışından dolayı disiplin
cezası niteliği taşımayan bir şekilde yazılı olarak ikaz edilmesine ilişkin
işlemlerin icrailik niteliğini haiz olduğu değerlendirilerek idari davaya konu
edilebileceği kabul edilmektedir (Ali Diren, B. No: 2015/13108, 18/4/2018, §§
43, 44). Dolayısıyla somut olayda başvurucunun yazılı olarak ikaz edilmesiyle
ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale bulunulduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Söz konusu müdahaleye ilişkin olarak somut olayda başvurucunun iddialarının
kabul edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma
kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterine ilişkin genel ilkeler Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulunca tespit edilmiştir (K.V. [GK], B. No: 2014/2293, 1/12/2016,
§§ 47-68).
Kanun'da anayasal ve kişisel önemden yoksun başvuruların kabul edilemez bulunabilmesi
için iki koşul öngörülmüştür: Anayasal önem olarak adlandırılabilecek olan birinci
koşul başvurunun Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımaması, kişisel önem
olarak adlandırılabilecek olan ikinci koşul ise başvurucunun önemli bir zarara
uğramamasıdır (K.V., § 57).
Birinci koşul olan anayasal önem kriteri iki ölçütten oluşmaktadır. Birincisi,
başvuru anayasa hukuku açısından ve temel hakların sınırlarının belirlenmesi
bakımından önem arz eden meselelere dair ise anayasal bakımdan önemlidir. Başvuru
konusunun Anayasa yargısı aracılığıyla toplumun geneline, kamu gücünün eylem
ve işlemlerine ve ülkedeki hukuk birikimine yapacağı katkı anayasal önemdir.
Başvuru konusunun hangi haklarla ilgili olduğu, başvurunun Anayasa'nın yorumlanmasına
yapacağı katkı, genel yapısal sorunlara işaret edip etmediği dikkate alınmalıdır
(K.V., § 61).
Anayasal önem kriterinin ikinci alt ölçütü ise anayasanın uygulanması ölçütüdür.
Bu ölçüt anayasaya saygı gösterilmesiyle doğrudan bağlantılıdır (K.V., § 64).
Bu koşul sağlanmaz ise zararın miktarının veya uyuşmazlığın anayasal ve temel
haklar bağlamındaki ilkesel boyutunun bir önemi olmayacaktır. Düşük zararlı
bir müdahale veya ilkesel olarak önem arz etmeyen bir mesele bile anayasaya
saygı öyle gerektiriyorsa esastan bir hükümle sona erdirilecektir. Başka bir
deyişle Anayasa tarafından tanınan temel hakların ve özgürlüklerin korunmasındaki
yarar, başvurucunun bireysel yararının ötesine geçtiği takdirde kabul edilemezlik
kararı verilemeyecektir.
İkinci koşul ise kişisel önem kriteridir. Kişisel önem, başvuru konusunun başvurucu
tarafından ne kadar önemsendiğinden bağımsızdır ve başvurucunun kişisel koşulları
ile sıkı bir ilişkisi vardır. Diğer bir ifadeyle kişisel önem koşulu, başvurucunun
önemli bir zarara uğramamış olmasını ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun
kişisel durumu üzerindeki olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir (K.V., §§
66, 67) .
Somut olayda ortaya çıkan kişisel zararın önemli olup olmadığını başvurucunun
subjektif algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde bulunduğu koşullar
da dahil olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve objektif
verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilir (K.V.,
§ 67). Her halde iddia edilen zararın başvurucunun kişisel yaşamı üzerinde kayda
değer bir etkisi olmalıdır. Söz konusu zarar ekonomik olarak belirlenebilir
parasal bir meblağ olabileceği gibi maddi olmayan bir zarar da olabilir (K.V.,
§ 68). Fakat her halde olası bir kabul edilemezlik kararının başvurucu açısından
özellikle ağır sonuçlar meydana getirmesi gerekir. Bununla birlikte başvurucu
için sorunun yalnızca subjektif öneminin ağır bastığı başvurular kabul edilemez
bulunacaktır.
Mevcut başvuruda başvurucu, izinsiz tanıtım masası açması ve el ilanları dağıtması
üzerine disiplin cezası niteliğinde olmayan ancak benzer durumlarda ileride
idarenin yaklaşımını etkileyebilecek yazılı ikazla uyarılmıştır. Olayın koşulları
objektif şekilde incelendiğinde söz konusu yazılı ikazın başvurucunun kişisel
yaşamında ve kariyerinde disiplin cezalarıyla aynı derecede bir etki doğurduğu
söylenemez. Başvurucu böyle bir etkinin doğduğunu ve dolayısıyla kendisi açısından
kişisel önemini gösterebilmiş de değildir.
Sonuç olarak başvurucu tarafından ileri sürülen hususların genel bir soruna
işaret etmediği, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşımadığı sonucuna
varılmıştır. Ayrıca başvurucunun öne sürdüğü hususlar ile başvurunun koşulları
da Anayasa Mahkemesinin başvurucunun önemli bir zarar uğradığına karar vermesi
açısından yeterli görülmemiştir.
Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının anayasal ve kişisel önemden yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Açıklanan gerekçelerle; A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın anayasal ve kişisel önemden yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 6/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.