Öğretmen başına öğrenci sayısı Türkiye'de 24, OECD ortalaması 16

Kaynak : Radikal
Haber Giriş : 14 Eylül 2009 09:05, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Türkiye'nin eğitim sistemi, yaşam becerisi kazandırmıyor!

OECD'de 30 ülke var, Türkiye bunlar arasında 16. büyük ekonomi, ama eğitim açısından sonlarda. Tek örnek: PISA testinde 29. olabildi. Acil çok sayıda derslik ve öğretmen gerek

Eğitimin verdiği yaşama becerisinin ölçüldüğü PISA testinde Türkiye, 30 OECD ülkesi arasında ancak 29. olabildi. Oysa Türkiye OECD'de 16. büyük ekonomi...
Testte OECD ortalaması 500, Türkiye 424 puan aldı. Milli Eğitim, yaşam becerisini geliştiren sisteme dönük ciddi adımlar attı; ama değişim için çok çalışmak gerek.

-Öğretmen başına öğrenci sayısı Türkiye'de 24, OECD ortalaması 16; ilköğretimde sayıyı 20'ye çekmek için 80 bin öğretmen daha gerekli. Derslik ihtiyacı da 80 bin...
-650 bin öğretmenin yeni sisteme uyumu için ihtiyaçları olan meslek içi eğitim henüz sağlanamadı. Milli Eğitim, meslek içi eğitimi beş yılda bir yenilemeyi hedefliyor.
-Yeni sistemde başarı, sadece ?eğitimcilerin eğitilmesi'yle mümkün olmuyor; velilerin, yani başka bir deyişle bütün toplumun sistem için çaba harcaması gerekiyor.
-Hedef hiç imkânsız değil, işte Polonya örneği: 1999'da işe koyuldu, 2000'deki PISA testinde OECD ortalamasının altındaydı, 2006'da üstüne çıktı...


MEB öğrencinin yaşam becerilerini geliştirdiği bir sistem için önemli adım attı. Ama önce öğretmen ve velilerin değişimi anlaması gerekiyor

Eğitim Reformu Girişimi

BAŞLARKEN

Sosyal ve ekonomik kalkınmaya yönelik büyük hedefleri olan Türkiye için eğitim, en temel meselelerden biri. Toplumun çok büyük bir bölümü eğitimin önemi üzerinde hemfikir. Ancak, diğer birçok alanda olduğu gibi bu alanda da değerlendirmeler, genellikle verilere dayalı olmadan, parça parça ve bir bütün içerisinde düşünülmeden yapılıyor. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi bünyesinde 2003 yılında çalışmaya başlayan Eğitim Reformu Girişimi, araştırma, izleme ve savunu çalışmalarını tam da bu boşluğu doldurmak için yürütüyor. ERG'nin başlıca izleme ve araştırma etkinliklerinden olan Eğitim İzleme Raporu 2008 temel alınarak hazırlanan bu yazı dizisinde, Türkiye'de eğitim sisteminin ve eğitim politikalarının bugünkü durumunun bütüncül bir değerlendirmesi sunulacak. ?Herkes için kaliteli eğitim? hedefine ulaşabilmek için sivil toplumun kamu politikalarını sürekli izlemesi ve karar verme süreçlerine katılması gerekiyor. Yazı dizisinin kamuoyunun eğitimle ilgili bilgi düzeyinin artırılmasına katkıda bulunmasını hedefliyoruz.

Üç yılda bir Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü tarafından üye ve ortak ülkelerde uygulanan PISA testinde Türkiye'nin aldığı sonuçlar, çocuklarımızın başarı durumu hakkında hiç de iç açıcı bir tablo sunmuyor. En son 2006 yılında gerçekleştirilen PISA testinin sonuçlarına göre, Türkiye 30 OECD ülkesi arasında 29. olabildi, OECD ülkelerinin ortalaması 500 iken Türkiye 424 puan alabildi.

PISA testi, her ülkede 15 yaşındaki öğrencilere okuma, matematik okuryazarlığı ve fen okuryazarlığı alanlarında uygulanan bir sınav. Bu sınavda, öğrencilerin ne kadar bilgi sahibi olduğu değil, edindikleri bilgi ve becerileri günümüz toplumunda karşılarına çıkabilecek durumlarda nasıl kullanabildikleri ölçülmeye çalışılıyor. Dolayısıyla bilgi yerine yaşam becerileri ölçülüyor. Ancak Türkiye'deki öğrencilerin bu alanda eksik oldukları açıkça ortaya çıkıyor: 2006'da öğrencilerimizin yüzde 47'si fen alanında, yüzde 52'si de matematik alanında temel yeterlilik düzeyinin altında kaldı. Örneğin matematik alanında öğrencilerin doğrudan çıkarım yapması ve dört işlemi başarıyla uygulaması temel yeterlilik düzeyine erişmek için yeterli. Ancak Türkiye'deki öğrencilerin yarısından fazlası bunu başaramadı.

PISA testi açıkça gösteriyor ki Türkiye'de eğitim sisteminin temel sorunlarından biri, öğrencilere günlük hayatta karşılarına çıkabilecek sorunları çözebilmeleri için gerekli bilgi ve becerilerin kazandırılamaması. Temel bir insan hakkı olan eğitimin ana işlevinin ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda karar alabilen ve bunları uygulayabilen bireyler yetiştirmek olduğu göz önüne alındığında, eğitim politikalarının bu sorunun çözümüne yoğunlaştırılması gereği daha iyi ortaya çıkıyor.

Öğretim programları reformu

Türkiye'de üniversite öncesi eğitimden tek başına sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bu sorunun çözümü için geçtiğimiz yıllarda çok önemli bir adım attı. Öğrenciye bilgi aktarımını temel alan ve öğretmeni merkeze alan bir öğretim programı yerine, öğrencinin bilgi üretim sürecine dahil olduğu ve bilgi yerine bilişsel becerilerin kazandırılmaya çalışıldığı yenilenmiş bir öğretim programına geçiş için düğmeye basıldı. 2008-2009 yılında ilköğretimde kademeli geçiş çalışmaları tamamlandı, ortaöğretimde ise devam ediyor.

Yeni programlar öğrenci merkezli aktif öğrenme üzerine kuruldu. Bu çerçevede öğrenci, soru soran, bilgiyi ortaya çıkarmaya ve değerlendirmeye çalışan, etkinlikler yoluyla kendi bilişsel gelişimine şekil veren etkin bir birey olarak değerlendirildi. Öğretmen ise öğrencilere rehberlik eden birey olarak konumlandırıldı. Ancak, eski programa göre eğitim vermeye alışmış yaklaşık 650 bin öğretmene yeni sisteme geçmelerini kolaylaştıracak yoğun bir hizmetiçi eğitim desteği verilemedi. Bilginin hızla değiştiği günümüz toplumunda öğretmenlerin bu değişime ayak uydurmasını kolaylaştıracak hizmetiçi eğitimler, Türkiye'de henüz çözülememiş bir durum olarak bekliyor: Yeni stratejik planda her öğretmenin beş yılda bir hizmetiçi eğitim almasının hedeflenmesi, durumun önemini gösterir nitelikte.

Öğretmenler de öğrenmeli

Öğretmenlerin yetkinliklerinin desteklenmesi için daha yenilikçi yollara ihtiyaç var. Bireysel araştırma ya da klasik bir hizmetiçi eğitim etkinliği olarak düzenlenen seminerler, bu yetkinlikleri desteklemek için etkili yollar değil. Öğretmenlerin birlikte çalışmasını, birbirinden öğrenmesini ve ortak ürünler çıkarmasını sağlamak gerekiyor. Dünyada bu alanda öne çıkan modellerden biri olan ?akran koçluğu?nun ülkemizde daha yaygın biçimde uygulanması için yoğun çaba sarf edilmeli. Öğretmenlerin öğrenme süreçlerini belirli bir kazanımın geliştirilmesine yönelik olarak ortak biçimde tasarlamaları, izlemeleri ve değerlendirmelerini teşvik eden örnekler, hem yenilikçiliğe daha açık hem de yeni müfredatın ruhuyla daha uyumlu.

Yeni programın başarıya ulaşması için yapılması gerekenler bu kadarla sınırlı değil. Program, çocukları okula devam eden ve toplumun çoğunluğunu oluşturan anne-babalar için de önemli bir anlayış değişikliği gerektiriyor. Velilerin önemli bir bölümünün de yeni programların altında yatan beceri kazanmaya dayanan anlayışa ikna olmadığı, rekabetçi sınav sistemlerinin etkisinde kalarak çocuklarının daha fazla bilgi öğrenmesi gerektiği yönünde öğretmenlere baskı yaptıkları belirtiliyor. Bu sorunun aşılması için, yeni programın velilere daha iyi biçimde anlatılması ve öğrencilerin eğitiminde işbirliklerinin sağlanması şart.

Eğitim kaynakları göstergeleri

Yeni müfredatın başarıya ulaşabilmesi için öğrencilerin öğretmenleriyle daha yakın ilişki kurabilmeleri gerekiyor. Bu da, öğrenci ve derslik başına daha az öğrenci gerekliliği demek. İlköğretimde bu alanda önemli adımlar atılmış olsa da, Türkiye'de öğretmen başına düşen öğrenci halen 24. OECD ortalaması ise 16. İlköğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısının 20'ye düşürülebilmesi için 80 bin öğretmene daha ihtiyaç var. Derslik başına düşen öğrenci sayısında ise bölgeler arasında derin eşitsizlikler dikkat çekiyor. Yoğun göç alan İstanbul'da ilköğretim okulunda bir derslikte 49 öğrenci oturuyor, Güneydoğu Anadolu'da ise 44. Hükümet, derslik başına düşen öğrenci sayısının en fazla 30 olmasını hedefliyor. Bu hedefe ulaşılabilmesi için ilköğretimde 55-60 bin dersliğin, ortaöğretimde ise 75-80 bin arası dersliğin acilen yatırım programlarına alınması gerekiyor.

Öğrencinin kendi bilişsel gelişimini düzenleyebilecek şekilde güçlendirilmesi, eğer iyi uygulanabilirse, Türkiye'nin kalkınmasına çok büyük katkı sağlayacak bir hamle. Yeni öğretim programları, Türkiye'nin PISA gibi yaşam becerilerini ölçmeyi hedefleyen uluslararası testlerdeki durumunu düzeltmesini de sağlayabilir. PISA sonuçları, bazı başarı öykülerini de sunuyor: PISA 2000'de 470 puan alan Polonya, 2003 ve 2006'da puanlarını tutarlı bir biçimde yükseltti ve 2006'de OECD ortalamasının üstünde puan aldı. Bu durum, Polonya'da 1999'da uygulanmaya başlanan bütüncül ve kapsamlı bir eğitim reformuna bağlanıyor. Bu da gösteriyor ki, işin sırrı eğitimin tüm bileşenlerini (müfredat, öğretmenler, okullar...) aynı anda planlayan bütüncül bir eğitim stratejisi oluşturup uygulayabilmekte.

PISA testinin gösterdiği gerçek

Yukarıda PISA testlerinden bir soru var. Türkiye'de 15 yaşındaki öğrencilerin yaklaşık yarısı, aşıların hangi durumlarda kullanılacağını bilmiyor. Bu sorudan önce bilginin çıkarsanabileceği bir metin de var. 15 yaşındaki çocukların yüzde 40'ı okula gitmediği düşünüldüğünde yanıtı bilen bir azınlık!

Türkiye'de eğitim sistemiyle ilgili en çok öne sürülen iddialardan biri, ülkenin ekonomik durumu göz önünde bulundurulduğunda eğitimin durumunun iyi olduğu yönündedir. Oysa uluslararası karşılaştırmalar bunu doğrulamıyor. öğrencilerimizin aldığı sonuçlar ekonomik durumumuza göre bile kötü: Türkiye'nin gelir durumuna göre alması gereken ortalama puan 455, oysa Türkiye 424 puan alabildi. Gelir durumunun tek belirleyici olmadığını gösteren ülkeler de var: Milli gelirine göre 478 puan alması beklenen Finlandiya, tam 563 puan aldı.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber