İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı

Birkaç tarım araştırmacısının hikayesi

Hepsi memur. Hepsi aynı kurallara, aynı kanun ve mevzuata bağlı. Ama varlıklarının toplumsal ve kurumsal yansımaları çok farklı. Bu farklılık sadece insani nüanslarla değerlendirilebilir mi? Görünen kuralların ötesinde görünmeyen daha güçlü kurallar mı var? Asıl belirleyici olan ne? Ve bu görünmeyen kurallar hiç değişmiyor mu?

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 04 Aralık 2020 13:59, Son Güncelleme : 04 Aralık 2020 14:01
Birkaç tarım araştırmacısının hikayesi

Onlar birer memur idi, birer mühendis idi, birer araştırmacı idi. Kimisi söz sahibi oldu, kimisi de söz sahibinin esiri! Kimisi ise fark edilmedi bile! Memurluğun en kolay tarafını tercih etmedikleri için, yatağında uslu uslu akmayan taşkın muamelesi görmeleri de kaçınılmazdı. Çünkü tarımda memurluk en stabil kaderdi.

Birkaç araştırmacıdan biri!

Sene 90'ların sonu idi. Memur sınavında derece yapmış ve istediği yeri tercih etme hakkı kazanmıştı. Öteden beri okumayı ve araştırmayı severdi. İşte tam da sevdiği imkan doğmuştu. Kendisine en yakın tarımsal araştırma kuruluşunu tercih etmek istedi. Ama önce gidip tanımalı, tanışmalıydı. Gitti tanıdı ve tanıştı. Ancak tercih etmekten vazgeçti. Çünkü hakkı olmasına rağmen, kuruluş yetkilileri tercih etmemesini istemişlerdi! Bu, o dönemlere has bir yöntemdi! Bu araştırma kuruluşlarında tarımsal araştırmalardan da önce gelen mevzular vardı. Zeki mühendis bunu fark etmişti. Huzurunu düşündü ve vazgeçti. Hayallerini belki yıllar sonrasına bırakmıştı. Gardiyanlıktan, bekçilikten, belediyelerden araştırma kuruluşlarına araştırmacı olarak geçişler kabul görmüştü ama kendi ülkesinde dereceye giren bir mühendisin araştırmacı olma isteği kabul görmemişti!

Yıllar geçti. Zemin oluştu. Araştırma kuruluşunun kapısı, dereceli mühendisimize de açıldı. Kapıdan geçti. Artık hem sevdiği hem başarılı olacağını düşündüğü, ülke tarımına projeleri ile çalışmaları ile katkı sağlayacağını düşündüğü ortama gelmişti. Ama bir tuhaflık vardı. Görünen, bilinen ve resmi olarak yürürlükte olan kuralların dışında bir de görünmeyen kurallar vardı. Ve görünmeyen kurallar daha ağır basıyordu. Anlam vermediği bu tuhaf durumda, önce fikirlerini, projelerini hayata geçirmek istedi. Bunun için türlü çabalar sarf etti. İzahatlar yaptı. Girişimlerde bulundu. Ama ondan istenen ise mühendislik yapması değil, görünmeyen kuralların belirlediği tarım işçiliğine razı olmasıydı. Akademik kariyer yapması, kendi imkanları ile dil sınavını başarması bu kuralı değiştirmedi. Su akar yatağını bulur dedi ve akışına bıraktı. Ama su akıp yatağını bulmadı. Çünkü suyun yatağı yıllar önce değiştirilmişti ve öylece kalmıştı.

Birkaç araştırmacıdan diğeri!

Yine 90'ların sonuydu. Birçok alanda olduğu gibi tarımda da yükselmek isteyenlerin kimlerin başına basarak yükselmesini iyi bildiği bir dönemdi. Doğal insani reflekslerin, düşünce odaklı davranışların, görüşlerin, yerel ve kendi değerlerine göre oluşturulan projelerin pek itibar görmediği dönemlerdi. Ülkenin en kırsalında, yıllarca görev yapan ve dünyayı bu kırsaldan ibaret yaşayan bir mühendis, gününü en iyi şekilde geçirmek için, elindeki işe kendini tamamen verir ve o işten illaki bir başarı çıkarır. Bu ise kırsaldaki yetkililer için bulunmaz bir nimettir. Çünkü çalışmak mühendisin görevidir, elde edilen başarının tebriklerini kabul etmek ve semeresini almak ise, sorumlu yetkilinin! İşte bu konumda hayat süren mühendisimiz, başarılarının bir ödülü olarak, sorunlu bir ilçenin tarımsal sorunlarını çözmek için ilçeye gönderilir ve söz verilir "ne zaman istersen seni geri merkeze alacağız"! Kırsalın kırsalına yolculuk başlar. Gidiş, o gidiş! Koca koca makam sahiplerine sözlerini hatırlatmasına rağmen, orada unutulur. Uzun yıllar sonra araştırmacı özelliğini fark eden bir yetkili inisiyatif kullanır ve bir araştırma kuruluşuna geçmesine yardımcı olur. Uzun yıllar kırsalda çalıştıktan sonra, gerçek mühendisliğini yaşayacağı bir ortam bulmuştur.

Bitkilerin farklı yetiştirilme tekniklerini, tarımsal Ar-Ge'yi öğrenir, toprağın ve tohumun değerlendirme şartlarını, bitkilerin nasıl ıslah edileceğini, bitkisel hastalıklarla nasıl mücadele edileceğini, akademik çalışmaları, çalışmaların tarıma direk katkısını, uygulamalı olarak yerinde görür ve katılır ya da katılacağını düşünür. Ancak bunları görmesine, duymasına, orada bulunmasına müsaade edilir fakat katılmasına müsaade edilmez. Katılım gösterebilmesi için 5 yıl geçmesi ve bu 5 yıl içerisinde tarım işçileri ne yapıyorsa onun da yapması istenir. Böylece kırsaldan gelen bu mühendisimiz için de görünmeyen kurallar devreye girmiştir. Mühendisimiz proje yapar, görünmeyen kuralların temsilcileri; kimden izin aldığını sorarlar, mühendisimiz görevi olduğunu, bunun için maaş aldığını ve amacının ülke tarımına katkı sağlamak olduğunu söyler fakat yine de proje yürürlüğe sokulmaz. Mühendisimiz, yabancı dil öğrenmek ister, üzerine yoğun bir arazi görevi yığılır. Mühendisimiz, akademik kariyer yapmak ister görünmeyen kuralların temsilcileri hem resmi engelleri hem kişisel engelleri önüne yığarlar. Hatta daha hızlı bitki ıslahı yapacağı projeleri bile ilgisizliğe itilmeye çalışılır. Görülmeyen kurallara göre haddi aşmış, vasatın dışına çıkmıştır. 90'lı yıllardan 2010'lu yıllara gelinmiş ama görünmeyen kurallar görünmeyen virüsler gibi araştırma kuruluşlarında konaklamaya devam etmiştir. Araştırma kuruluşlarında anlayış ve işleyiş pek değişmemiştir. Bu şartlarda mühendisimiz tarımda anlayışın ve işleyişin değişmesi için 2020'li yılları beklemelidir. 2020'li yılların başındayız ve umarız mühendisimiz umudunu yitirmemiştir.

Birkaç araştırmacıdan öbürü!

Yine 90'ların sonu. Genç Ziraat doktoru, Amerika'da. İlk defa bu kadar büyük çaplı uluslararası tarım konferansına katılıyor. Kimler yok ki! Dünya tarımının ileri gelenleri, büyük tarım firmalarının temsilcileri, elçiler, dünyaca ünlü akademisyenler. Böyle bir ortamda olmak ne büyük lütuf! Seçilmişlik gibi bir şey bu. O zamanlar Tarımın kırsalında çalışanlarının pek duymadığı bilmediği, bildirilmediği dolayısıyla mülakatına bile giremediği ve böyle imkanlardan mahrum kaldığı dönemlerdi. Genç ziraat doktoru bu fırsatı yakalayan ve yaşayan sayılı kişilerdendi.

Rockefeller Vakfıyla, 1968 yılında "Buğday üretimini genişletme projesi" kapsamında buğday ıslahı konusunda genç bilim adamlarının yetiştirilmesi amacıyla anlaşma imzalandı. Bu anlaşma kapsamında Rockefeller Vakfı, 1968-2000 yılları arasında, ileride Türkiye'nin tarım politikalarını belirleyecek yaklaşık 100 bilim adamımızı destekledi. Projeye Rockefeller Vakfının finanse ettiği CIMMYT (uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi) ve Oregon Eyalet üniversitesi de destek verdi. Bu 100 kişilik kadroya girmeyi başaran genç mühendisimiz, bu burslu eğitim sayesinde milli ve ülkesel duygularla evrensel tarıma açılıyordu.

Genç doktorumuz teorik, bilimsel ve uygulamalı eğitimi bitirmiş, istenilen manada tarımsal eğitim ve anlayışı almıştı. Şimdi ise sırada tarımın uygulamalı uluslararası ilişkiler ve organizasyon dersi vardı. Ve bu da Amerika'daki bu konferansla başlıyordu. Genç ziraat doktoru zekiydi. İlk uygulamada mesajı almıştı. Bu mesajı alması, hep keşfedilme şekliyle gündeme gelen Amerika'da olması da ilginç bir tevafuktu. Bu mesaj ilahi bir emir gibi göründü gözüne. Aldığı mesajı yeni bir keşif yapmışçasına arkadaşlarına anlattı. "Konferansta Amerikan tarımının yetkilileri, adeta büyük tarım firmalarının ve tarım sektörünün önde gelenlerinin emrinde hareket ediyorlar" diyordu arkadaşlarına. "Tarımda uçanı kaçanı büyük firmalar ve bunların kurdukları konfederasyonlar belirliyor" diyordu. Ve "bizim de kendi ülkemizde böyle yapmamız gerekir", diyordu. Hiç zaman kaybetmedi. Ülkesine döndü ve tarımsal organizasyonların taslağını ve mevzuatını hazırladı. Uluslararası desteği de arkasına alarak, son derce milli duygularla, 2000'e bir kala, 21. Yüzyıl Türkiye'sinin tarım stratejisi çizilmişti. Tarımda, ondan sonra gelenler, eklemeler yapıyordu, çıkarmalar yapıyordu, maddeleri, bentleri değiştiriyordu ama ana omurga hiç değişmiyordu. Çünkü akıl danışacakları, ilham alacakları yer belliydi. Ve bu bağ hiç aksatılmadan güçlendiriliyordu. Bu işte emeği geçenler uluslararası tarım firmaları ile son derece sağlam bağlar kurdular. Ülkemizin tarımında önemli gelişmeler olmuştu ama nedense uluslararası arenada ulusal tarım görüşleri karşılık bulmuyor, yerli tarım firmaları pek göze çarpmıyordu! Ulusal tarımda dominant karakter sergileyenler, uluslararası tarım organizasyonlarında resesif karakter sergiliyorlardı. Belki de yerli manada gücün kokusu, gücün cazibesi bunları düşünmeye fırsat vermiyordu. Yıllar geçti tarım bu anlayışta şekillendi. Uluslararası tarım sektörü tüm ulusal tarımları vakum gibi içine çekiyordu. Tabi buna kapı açan mühendisleri de çok seviyordu.

Kendi ülkesinde dereceye girdiği halde yıllarca araştırmacı olma hayaline ulaşamayan, bunun için on yıl beklemek zorunda kalan ve bu hak verildiğinde de araştırmacı muamelesi görmeyen mühendis bir tarafta, Anadolu'nun kırsalından ana merkezlere, kalite ve kapasitesine bakılmadan tayin için yıllarca bekleyen bir mühendis diğer bir tarafta, yabancı bursların katkısıyla alanında uzmanlaşan, bir gün bile kırsalda çalışmamış, özel bir muameleye tabi tutulduğu gözden kaçmayan, uluslararası büyük firmaların ve tarım organizasyonlarının katkısıyla hiçbir yere takılmadan, görünürde ülkesini evrensel tarımın bir parçası yapan ya da yaptığını düşünen mühendis başka bir tarafta. Bu fark kapanır mı? Ya da bu farkın tarıma yansıması biter mi?

M. Murat GÜN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber