Üniversitelerde katılımcı yönetim uygulamaları ya da yönetimin tekelleşmesi!

Ülkemizdeki mevcut kamu kurumları açısından bakıldığında yükseköğretim kurumları, katılımcı yönetimin butik uygulamalarına (mevzuat açısından) çokça rastlanan bir yapıdadır.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 30 Kasım 2021 10:03, Son Güncelleme : 23 Kasım 2021 12:48
Üniversitelerde katılımcı yönetim uygulamaları ya da yönetimin tekelleşmesi!

Üniversitenin Yönetim ve Senato kurulları, Fakülte, Enstitü, Yüksekokul, Meslek Yüksekokulu gibi birimlerin yönetim ve diğer birim kurulları idareci dışındaki kişilerinde (Kanunun amir hükümleri olmakla birlikte) birimin faaliyetleri ile ilgili bir kısım konularda söz sahibi olmasını, yine mevzuat çerçevesinde bazı konular için de nihai karar mercii konumunda bulunmasını sağlamıştır.

Bu yönetim şekli, belirli görevlerde olan ya da öğretim elemanları tarafından seçilen akademisyenlerin üye sıfatıyla Üniversite merkez teşkilatı ve birimlerdeki kurullarda yer almasıyla gerçekleşmektedir.

Kurullarda görüşülecek olan konularda herhangi bir tarafgirlik oluşturmamak adına, kurul üye sayıları, üyelerin akademik unvanları ve kurulların toplantı ve karar sayıları Kanunda somut bir şekilde belirtilmiştir.

Ne var ki özellikle son yıllarda hızlı bir şekilde yayılan ve mevzuatsal anlamda herhangi bir dayanağı olamayan yeni yönetim biçimleri kendini göstermeye başlamış, bir kişi birden fazla birimin idareciliğini üstlenmiş, birden fazla kurulda üye sıfatıyla yer almaya başlamıştır.

Örneğin Üniversite Rektörleri, aynı anda birden fazla fakültenin dekanlık görevlerini uhdelerinde yürütmekte, bir enstitü ya da Yüksekokulun müdürlüğünü yapan akademisyen, başka bir fakülte ya da birimde dekan/müdür yardımcısı olarak görev yapabilmektedir.

Rektör'e göre özlük hakları daha kısıtlı olan Rektör yardımcıları ise bu yönetim anlayışında, asaleten dekanlık vb. görevleri de eş zamanlı üstlenebilmektedir.

Anayasanın değiştirilemeyecek nitelikleri arasında yer alan "sosyal bir hukuk devleti" ilkesi üniversitelerde yayılmaya başlayan bu türden yönetim anlayışıyla olağanüstü tezatlıklar içermekte, hukuk kavramının içinin ne kadarda hızlı bir şekilde boşaltıldığının bariz örneklerinden birini oluşturmaktadır.

Bu genel girişten sonra konuya birde teknik açıdan bakmaya çalışalım. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte Üye kavramını: "Herhangi bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri" şeklinde tanımlamıştır. Bu tanım çerçevesinde üyelik kavramı üstlenilen görev sayısı ile değil, kurula katılacak her bir gerçek kişiyi tanımlayan bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun çeşitli maddelerinde Yönetim, Senato, birim Yönetim ve diğer kurullarının kimlerden ve ne şekilde oluşacağı hüküm altına alınmış, Kanunun 61 nci maddesinde oylama ile ilgili kurallar belirlenmiştir. Madde ile Yükseköğretim Kurulu dışında yer alan kurulların toplantı nisabının kurul üye tamsayısının yarıdan fazlası olduğunu, bütün kurullarda kararların toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile alınacağını hükme bağlanmıştır.

Salt Çoğunluk kavramının mevzuatımızdaki tanımlarını araştırdığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü karşımıza çıkmaktadır. İçtüzüğün 146 ncı maddesinde; "Salt çoğunluk belli bir sayının yarısından az olmayan çoğunluktur." şeklinde bir tanım yapılmıştır.

Gerek üye kavramının tanımı gerekse de Kanunun 61 nci maddesinde yer alan "toplantıya katılanlar" ifadesi Yükseköğretim kurumlarındaki kurullarda katılımcıları tespit ederken sadece üstlenilen görev sayısına endeksli bir yorumunun sakat olduğu tartışmasız bir gerçektir. Bu yorum Rektörün bütün Dekanlıklara vekalet etmesi sonucunda Üniversite Yönetim Kurulu'nun seçilmiş 3 üye ve kendisinin üstlendiği görevler sonucu oluşan oy kullanma sayısı ile karar alabileceği sonucunu çıkarmaktadır ki bu durumda her toplantıda Rektör sadece usulü tamamlamak için kurulları toplamış olacak, tüm görüşmeler kendi iradesinin sonucu olarak karara bağlanacaktır.

Benzer durum Fakülte, MYO, Enstitü vb. gibi birimlerde hem kurul üyesi olarak hem de idarecilik görevinden dolayı katılım sağlaması ile oluşmaktadır. Bu durumda da Dekan ya da Müdür kendi görüşü ile ilgili her daim artı bir oy hakkı kazanmış olacaktır.

Sistemin böyle devam etmesi halinde herhangi bir konunun kurulda görüşülmesi ile birim üst yönetiminin tek başına karar alması arasında herhangi bir farklılık olmayacaktır. Kaldı ki üstlenilen ya da elde edilen paya göre oy hakkı sayısına sahip olmak anonim şirketlerde yapılan bir uygulamadır (TTK Md. 434/2).

Kurullarda personelin özlük hakkına etki edecek bir konunun görüşülüyor olması halinde (karar sonucuna göre değişmekle birlikte) hakkaniyetten uzak olarak lehe ya da aleyhe kararların alınmasına sebep olacak, özellikle atama, yükseltme, görev süresi uzatımı, disiplin cezaları gibi kişinin özlük hakkına doğrudan etki edecek durumlarda büyük hukuksuzlukların oluşmasına da neden olacaktır.

Benzer durumlarla ilgili diğer bir sorun ise Rektör yardımcısı olup aynı zamanda asaleten bir Fakültenin dekanlığını yürüten, bir birimde Müdür ya da Dekan olup bu görevinin yanında diğer birimde Dekan/Müdür yardımcısı gibi görevleri de yürüten kişilerle ilgilidir.

Kanun bu konuda sınırları net bir şekilde çizilmiş istisnalar ya da engellemeler oluşturmasa da uygulamada kişiler ya da birimler için sorun teşkil edici davranışların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.

Örneğin Rektör yardımcısı bir akademisyen, üniversite üst yönetimine olan yakınlığı nedeniyle Dekanlığını yürüttüğü birim için diğer birimlere sunulmayan imkanların sunulmasını isteyebilmekte, bir taraftan müdürlük/dekanlık, diğer taraftan da farklı bir birimde Dekan Yardımcılığı/Müdür Yardımcılığı yapan kişi her iki tarafın imkanlarına aynı anda sahip olabilmektedir.

Bu türden uygulamaların mali açıdan denetimi Sayıştay Başkanlığınca, idari açıdan ise Yükseköğretim Kurulu ve İdari Yargı yerlerinin görev alanına girse de maalesef günümüz kamu yönetimi anlayışında şikayete konu olmamış uygulamalar doğru ve hukuki temeli olan uygulamalarmış gibi görülebilmektedir.

Kanunun emredici hükümlerine rağmen yönetim erkini tek elde toplama anlayışı ve bunun sonucunda nüfuzunu etki ettiği nüfusa göre arttırma gayreti insanlığın en zayıf yanlarını oluşturmaya başlamıştır. Liyakat, adalet, sosyal hukuk gibi kavramlar insanın yekdiğeri için uygulaması gereken kavramlarmış gibi hızla kabul görmekte diğer taraftan ülke için bilim ve yetişmiş insan kaynağı oluşturan kurumlar, anlattıkları/öğrettikleri yönetim ve hukuk bilgisi ile tezat uygulamaların içinde hızlı bir şekilde kaybolup gitmektedir.

Umuyoruz ki, gerekli önlemler alınarak ilmin sadece bir öğretim aracı değil tam anlamıyla bir uygulama aracına da dönüştüğü, hukuk ve adalet kavramlarının ders kitaplarından çıkarak yöneticilerimizin yönetim anlayışının alametifarikası olduğu bir yükseköğretim sistemi en yakın zamanda kendini göstermeye başlar.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber