Teftiş Kurullarının Kaldırılmak İstenmesinin Asıl Nedenleri Nelerdir?
Teftiş Kurullarının Kaldırılmak İstenmesinin Asıl Nedenleri Nelerdir?
Kudret ULUSOY
UKİK Koordinatörü
Fransız Gazeteci Bernard Cassen, Avrupalı liderlerin emperyalizm karşısındaki
acizliğini; "Avrupa'da su başlarını tutmuş liberallerin gözünde bütün kamu
işletmeleri, bir baş belası. Kar amacı güdülmeksizin üretilen her türlü mal
ve hizmete karşı liberallerin takındığı bu düşmanca tutum, Avrupalı liderleri
de kıskacına almış durumda. Pazarın modernliği ve etkinliği konusunda ağız birliği
eden liderler, üzüntülü bir ifadeyle kamu sektörünün 'reform' ihtiyacından ya
da hala devlet denetiminde olan işletmelerin 'halka açılmasının' erdeminden
söz ediyorlar." şeklinde ifade etmektedir. 1700'lü yıllardan buyana, dünya
kaynaklarını sömüren ve bu sömürüde önemli bir engelle karşılaşmayan emperyalist
güçler, sömürü alanları daraldıkça 1980'li yılların başından itibaren tüm dünyada
bu defa, kamunun elindeki kaynaklara yöneldiklerinde, karşılarında kamu sektörünü
engel görmeye başlamışlar ve bu yönde yeni politikalar geliştirerek devlete
ait yani halka ait yer altı ve yerüstü kaynakları ile kamu sektöründeki sanayi,
ticari ve hizmet şirketlerinin özelleştirilmesini dünya gündemine sokmuşlardır.
Zira; emperyalist sömürü endüstri evliliklerinin; kamu kaynaklarının ancak halka
açılmaları sayesinde gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Bunu yaparken tepki çekmemek
için Kamu İşletmelerinin özelleştirilmesini onların özgürleştirilmesi olarak
değerlendirmişlerdir. Bu arada özelleştirmelerin, her gelen iktidarlar tarafından
kendi yandaşlarına dağıtılan "yolunacak kazlar" şeklinde görülmesi,
emperyalizmin bu yeni politikalarının uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Özelleştirmelere
karşı çıkan iktidarların işi, emperyalizmin yöntemlerine göre halledilmiştir.
Öte yandan, geçen zaman içerisinde, hantal devlet, tüccar devlet, devletin küçültülmesi
gibi ifadelerle devlet aleyhine, yani kamu işletmeleri aleyhine bir hava yaratılarak
adeta devlet düşmanlığı yapılmış, özelleştirmeler neredeyse ulus devletle mücadele
edilen bir yol ve yöntem haline gelmiştir. Daha doğrusu, "Sosyal Devlet"
ilkesi yok edilerek, devletin sadece kendilerine hizmet eden, sömürülerine aracılık
eden ve onları güvence altına alan organ haline gelmesini istemişlerdir. Oysa
Batıda devlet vatandaşının sosyal güvencesini sağlayarak sistemini oturtmuş
ve babalığını en iyi biçimde yapmaktadır. Öte yandan, doldur boşalt tekniği
uygulanarak özelleştirilen kamu işletmelerinin içi, önce kamu kaynakları (kağıtları)
ile doldurularak blanço üzerinden karlı hale getirilip özelleştirilmiş, özelleştirildikten
sonra yine içi boşaltılarak bu defa kurtarma operasyonlarına ile tekrar kamulaştırma
yoluna gidilmiştir. Bu operasyonlar için sağlanan kaynaklar, yeni vergi ve zamlarla
yoksul halkın sırtına yüklenmiştir. Diğer bir yöntemde de, halkın yoğun tepkisi
ile özelleştirilemeyen kamu işletmeleri, önce işlemez hale getirilip, daha sonra
blanço üzerinde büyük zararlar gösterilerek, devlete yük ve kambur olduğu gerekçesiyle
sembolik rakamlarla özelleştirilerek kapatılmış, daha sonra bu alanlara emperyalizmin
kendisi bu alanlara şirketleriyle yada ürünleriyle doğrudan girmiştir. Sözde
ekonomik kurtuluş olarak sunulan özelleştirme politikaları, geçen yirmi yıl
içerisinde milyonlarca işsiz bırakarak ve kamunun elindeki halka ait kaynakları
tüketerek, ayrıca binlerce işletmenin kapısına kilit vurularak amacına ulaşmıştır.
Özelleştirme bedelleri üretim artırıcı ve istihdam yaratıcı yatırım alanlarına gitmemiş, daha çok rant getirici alanlara yani borsalara girerek dünya ekonomisini durgunluğa itmiştir. Özelleştirmenin en fazla yapıldığı ülkeler, aynı zamanda işsizliğin en yüksek olduğu ülkeler olmuştur. Ülkemizdeki özelleştirme politikalarının sonucunu, bunların topluma etkilerini ve yansımalarını son 20 yıldır hep birlikte görmekte ve acı bir şekilde yaşamaktayız. Uluslararası Özelleştirme Politikaları, ülkemizde bir hayli mesafe almakla birlikte, ulusal dirençler sayesinde istedikleri son noktaya henüz gelmemiştir. Daha doğrusu kamu kaynaklarını henüz tam olarak ele geçirememişlerdir. İşte bu ulusal direnç noktalarından birisi Teftiş Kurullarıdır. Teftiş Kurullarında görevli denetim elemanları şimdiye kadar ulusal sorumluluk bilincinden hareketle, Anayasa, Yasa ve Tüzüklerin kendilerine verdiği yetkiler doğrultusunda görev yapmaya çalışmışlar. Ülke kaynaklarının tüm yolsuzluklara rağmen yok olmasına engel olmuşlar en azından yapılanları raporlayarak gelecekte hesap sorulması için belgelendirmişlerdir. Şimdi yapılmak istenen bundan sonra yapılacak suistimallerin belgelendirilmesini önlemek, hesap verilmesinin önüne geçilmek için 150-160 yıllık Teftiş Kurulları yok edilmek istenmektedir. Bu güne kadar yapılan denetimlerin içinde Sayıştay'da vardır. Eğer iddia edildiği gibi Teftiş Kurulları bugüne kadar etkisiz kaldı ve görev yapamadıysa Sayıştay'da etkisiz kalmış ve görev yapamamıştır.
Ancak bu iddialara katılmıyoruz. Gerek Teftiş Kurulları gerekse Sayıştay bugüne
kadar görevini en iyi bir şekilde yapmaya çalışmıştır. Zira; Hırsız kararlıysa,
hırsıza kapı dayanmaz, bacadan girer, baca kapalıysa binayı yıkar yine çalar.
Bundan sonra, dünyadaki örnekleri ve ülkemizde yaşanan acı tecrübeler göz önüne
alınarak, bu politikalara karşı hukuk mücadelelerine devam etmekle beraber,
kamu kaynakları, kamu işletmelerimiz ve Teftiş Kurulları yok edilerek değil,
gerçek bir reforma gidilerek etkin ve verimli çalışır hale getirilmelidir..