Teftiş Kurullarının Kaldırılmak İstenmesinin Asıl Nedenleri Nelerdir?

Haber Giriş : 31 Aralık 2003 07:25, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Teftiş Kurullarının Kaldırılmak İstenmesinin Asıl Nedenleri Nelerdir?

Kudret ULUSOY
UKİK Koordinatörü


Fransız Gazeteci Bernard Cassen, Avrupalı liderlerin emperyalizm karşısındaki acizliğini; "Avrupa'da su başlarını tutmuş liberallerin gözünde bütün kamu işletmeleri, bir baş belası. Kar amacı güdülmeksizin üretilen her türlü mal ve hizmete karşı liberallerin takındığı bu düşmanca tutum, Avrupalı liderleri de kıskacına almış durumda. Pazarın modernliği ve etkinliği konusunda ağız birliği eden liderler, üzüntülü bir ifadeyle kamu sektörünün 'reform' ihtiyacından ya da hala devlet denetiminde olan işletmelerin 'halka açılmasının' erdeminden söz ediyorlar." şeklinde ifade etmektedir. 1700'lü yıllardan buyana, dünya kaynaklarını sömüren ve bu sömürüde önemli bir engelle karşılaşmayan emperyalist güçler, sömürü alanları daraldıkça 1980'li yılların başından itibaren tüm dünyada bu defa, kamunun elindeki kaynaklara yöneldiklerinde, karşılarında kamu sektörünü engel görmeye başlamışlar ve bu yönde yeni politikalar geliştirerek devlete ait yani halka ait yer altı ve yerüstü kaynakları ile kamu sektöründeki sanayi, ticari ve hizmet şirketlerinin özelleştirilmesini dünya gündemine sokmuşlardır. Zira; emperyalist sömürü endüstri evliliklerinin; kamu kaynaklarının ancak halka açılmaları sayesinde gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Bunu yaparken tepki çekmemek için Kamu İşletmelerinin özelleştirilmesini onların özgürleştirilmesi olarak değerlendirmişlerdir. Bu arada özelleştirmelerin, her gelen iktidarlar tarafından kendi yandaşlarına dağıtılan "yolunacak kazlar" şeklinde görülmesi, emperyalizmin bu yeni politikalarının uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Özelleştirmelere karşı çıkan iktidarların işi, emperyalizmin yöntemlerine göre halledilmiştir. Öte yandan, geçen zaman içerisinde, hantal devlet, tüccar devlet, devletin küçültülmesi gibi ifadelerle devlet aleyhine, yani kamu işletmeleri aleyhine bir hava yaratılarak adeta devlet düşmanlığı yapılmış, özelleştirmeler neredeyse ulus devletle mücadele edilen bir yol ve yöntem haline gelmiştir. Daha doğrusu, "Sosyal Devlet" ilkesi yok edilerek, devletin sadece kendilerine hizmet eden, sömürülerine aracılık eden ve onları güvence altına alan organ haline gelmesini istemişlerdir. Oysa Batıda devlet vatandaşının sosyal güvencesini sağlayarak sistemini oturtmuş ve babalığını en iyi biçimde yapmaktadır. Öte yandan, doldur boşalt tekniği uygulanarak özelleştirilen kamu işletmelerinin içi, önce kamu kaynakları (kağıtları) ile doldurularak blanço üzerinden karlı hale getirilip özelleştirilmiş, özelleştirildikten sonra yine içi boşaltılarak bu defa kurtarma operasyonlarına ile tekrar kamulaştırma yoluna gidilmiştir. Bu operasyonlar için sağlanan kaynaklar, yeni vergi ve zamlarla yoksul halkın sırtına yüklenmiştir. Diğer bir yöntemde de, halkın yoğun tepkisi ile özelleştirilemeyen kamu işletmeleri, önce işlemez hale getirilip, daha sonra blanço üzerinde büyük zararlar gösterilerek, devlete yük ve kambur olduğu gerekçesiyle sembolik rakamlarla özelleştirilerek kapatılmış, daha sonra bu alanlara emperyalizmin kendisi bu alanlara şirketleriyle yada ürünleriyle doğrudan girmiştir. Sözde ekonomik kurtuluş olarak sunulan özelleştirme politikaları, geçen yirmi yıl içerisinde milyonlarca işsiz bırakarak ve kamunun elindeki halka ait kaynakları tüketerek, ayrıca binlerce işletmenin kapısına kilit vurularak amacına ulaşmıştır.

Özelleştirme bedelleri üretim artırıcı ve istihdam yaratıcı yatırım alanlarına gitmemiş, daha çok rant getirici alanlara yani borsalara girerek dünya ekonomisini durgunluğa itmiştir. Özelleştirmenin en fazla yapıldığı ülkeler, aynı zamanda işsizliğin en yüksek olduğu ülkeler olmuştur. Ülkemizdeki özelleştirme politikalarının sonucunu, bunların topluma etkilerini ve yansımalarını son 20 yıldır hep birlikte görmekte ve acı bir şekilde yaşamaktayız. Uluslararası Özelleştirme Politikaları, ülkemizde bir hayli mesafe almakla birlikte, ulusal dirençler sayesinde istedikleri son noktaya henüz gelmemiştir. Daha doğrusu kamu kaynaklarını henüz tam olarak ele geçirememişlerdir. İşte bu ulusal direnç noktalarından birisi Teftiş Kurullarıdır. Teftiş Kurullarında görevli denetim elemanları şimdiye kadar ulusal sorumluluk bilincinden hareketle, Anayasa, Yasa ve Tüzüklerin kendilerine verdiği yetkiler doğrultusunda görev yapmaya çalışmışlar. Ülke kaynaklarının tüm yolsuzluklara rağmen yok olmasına engel olmuşlar en azından yapılanları raporlayarak gelecekte hesap sorulması için belgelendirmişlerdir. Şimdi yapılmak istenen bundan sonra yapılacak suistimallerin belgelendirilmesini önlemek, hesap verilmesinin önüne geçilmek için 150-160 yıllık Teftiş Kurulları yok edilmek istenmektedir. Bu güne kadar yapılan denetimlerin içinde Sayıştay'da vardır. Eğer iddia edildiği gibi Teftiş Kurulları bugüne kadar etkisiz kaldı ve görev yapamadıysa Sayıştay'da etkisiz kalmış ve görev yapamamıştır.

Ancak bu iddialara katılmıyoruz. Gerek Teftiş Kurulları gerekse Sayıştay bugüne kadar görevini en iyi bir şekilde yapmaya çalışmıştır. Zira; Hırsız kararlıysa, hırsıza kapı dayanmaz, bacadan girer, baca kapalıysa binayı yıkar yine çalar. Bundan sonra, dünyadaki örnekleri ve ülkemizde yaşanan acı tecrübeler göz önüne alınarak, bu politikalara karşı hukuk mücadelelerine devam etmekle beraber, kamu kaynakları, kamu işletmelerimiz ve Teftiş Kurulları yok edilerek değil, gerçek bir reforma gidilerek etkin ve verimli çalışır hale getirilmelidir..

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber