Mevsimlik işçiler eski bir cezaevinde kalıyor!

Afyon Sultandağı'na kiraz toplamaya giden mevsimlik işçilerin bir kısmı, eski bir cezaevinde kalıyor. Kaymakamlığın izniyle geçen sene açılan cezaevinde kalan işçiler, perişanlık içinde

Kaynak : Milliyet
Haber Giriş : 05 Temmuz 2015 09:25, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Mevsimlik işçiler eski bir cezaevinde kalıyor!

Burcu Karakaş

Girişinde iki kiraz sembolünün yer aldığı dev tabelasıyla bizleri karşılayan Sultandağı, Afyon merkeze 60 kilometre uzaklıkta bir ilçe. Tabeladan da anlaşılacağı üzere kirazıyla meşhur olan Sultandağı ilçesi, her Temmuz ayında mevsimlik tarım işçilerinin sabahtan akşama bahçelerde ter döktüğü bir yer. Sultandağı kirazı, başta Avrupa ülkeleri ile Çin olmak üzere yurtdışına ihraç edilmesiyle de biliniyor ancak üreticinin yüzünü güldürdüğü söylenemez. Mevsimlik işçilerden konuşacak olursak, onlar zaten kan ağlıyor. Her yaz, insanlık dışı koşullarda yaşam mücadelesi vermeye çalışıyorlar. Bir kısmı, Sultandağı Mezarlığı'nın tam karşısında yüksek duvarları tel örgülerle çevrili bir alanda kalıyor.

Burası, "Adalet Bakanlığı Sultandağı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu". Kaymakamlık geçen sene bu metruk cezaevini, çadırlara sığmayan mevsimlik tarım işçileri için açmış. Türk bayrakları ile Adalet Bakanlığı logosunun çizili ve "Adalet mülkün temelidir" yazılı olduğu, eskiden mahkumların volta attığı havalandırmalarda şimdi işçiler bir yandan çamaşır yıkarken bir yandan yemek pişiriyor.

Ceza çekiyor gibi...

Sayıları yaklaşık olarak 250'yi bulan işçiler, Diyarbakır, Urfa, Batman ve muş'tan gelmiş. Aralarında hiç Türkçe konuşamayanlar var. Bir grup 06.00-14.00, bir grup ise 07.00-17.00 arası çalışıyor. Günlük 40 lira olan yevmiyenin 4 lirası dayıbaşına gidiyor. Cezaevi girişinde çocuklar sarıyor etrafımızı.

Bir tanesine ismini sorduğumda, "Beşar Esad" deyip gülüyor. Diyarbakırlı Esad, henüz 10 yaşında. Urfa Viranşehirli 13 yaşındaki Necla da, Esad'a benziyor, cin gibi bir çocuk. Ancak ailesiyle mevsimlik tarım için şehirden şehire seyahat etmesi nedeniyle okulu geçen yıl bırakmak zorunda kalmış. "Bu bizim evimiz" diyerek, ailesiyle kaldığı koğuşu gösteriyor. Bir başka koğuşa doğru yürüdüğümüz zaman,

"Onlar evde yok" diyor.

Kapı girişinden baktığım "evde", ranzaların salça, şeker ve türlü kap kacak ile dolu olduğunu görüyorum. Necla ailesiyle beraber 3 Nisan'da memleketten çıkıp yollara düşmüş. İşçilerin bir kısmı gibi onlar da Bursa'dan, 'domatesten' gelmiş. Haziran sonu cezaevine yerleşenler temmuz bitene kadar burada kalacak. Bize mihmandarlık yapan Necla, cezaevindeki ilk gününü anlatıyor:

"İçeri girdim, ranzanın üzerinde bir adam tespih çekiyordu. Korktum, ödüm koptu. Ceza çekiyor gibi..."

Pislikten geçilmiyor

Kimisi cezaevinde kalmanın çadırda yaşamaktan daha iyi olduğunu söylese de kimisi oldukça şikayetçi. Cezaevi alanı, sinekten ve pislikten geçilmiyor. Cezaevi binası içinde kalanların yanı sıra, bir de bahçeye kurulan 14 çadırda yatıp kalkanlar var.

Bahçeye derme çatma, çevresi mavi muşambayla çevrili iki banyo kurulmuş. Biri duş alırken diğeri "kapıda" nöbet tutuyor. Tuvalet de iki tane. Belediye elektrik çekmediği için işçilerin bulup getirdiği bir Jeneratör akşam 21.00-23.00 arası çalışıyormuş. "Cezaevi sakinleri", jeneratörün nasıl gürültü çıkardığını anlatmak için birbiriyle yarışıyor.

Koğuş kapılarına yazılmış "Zeki", "Orhan" gibi isimler gözüme çarpıyor. Bu kişiler, bahçe sahiplerine aracı olan, dayıbaşıların bir üstündeki kişilermiş. Ancak artık aradan çıktıkları için bu isimlerin üzeri karalanmış.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber