Mortgageye farklı bir yaklaşım: Mortgage esareti

Kaynak : Bugün
Haber Giriş : 21 Şubat 2007 08:06, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

gülay göktürk

Ne Kerkük'ün Türk şehri mi, Kürt şehri mi olduğu çekişmeleri; ne Hükümetin Talabani'yle görüşüp görüşmeyeceği, hiçbiri halkımızın ilgisini şu anda Meclis'te olan Mortgage Yasası kadar çekmiyor, eminim.

Gerçi büyük çoğunluk getirilecek sistemin eninde sonunda bir finansman modeli olduğunu; ucuz konut projesi olmadığını anlamamakta ısrar ediyor ve bu yüzden de yasa uygulamaya geçtikten sonra geniş bir kesimin hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz görünüyor ama bu işin bir başka yanı...

Benim bugün yazmak istediğim, Mortgage sisteminin psikolojik sonuçları. Yurtdışında, özellikle de Amerika'da tanık olduğum yaygın "Mortgage esareti..." "Başını sokacak bir eve sahip olmak", milli sınırları aşan ve bütün insanları kuşatan evrensel bir tutku galiba. Bunun da anlaşılır nedenleri var. En başta güvenlik ihtiyacı... Her şey çok kötü gittiğinde, herkes ihanet ettiğinde korumasız, yapayalnız cascavlak ortada kalma korkusu... En kötü ihtimalde bile sığınılacak bir çatı altının varlığını bilmenin getirdiği huzur...

Yerleşiklik, kök salmışlık duygusu; bir yeri "kendine ait bir yer yapma", orada anılarını biriktirme; orayı bir "özel hayat müzesi" haline getirip o müze içinde geçmişle iç içe yaşama isteği... Daha bunun gibi birçok şey sayılabilir. Ama saydıklarımın ve sayılabileceklerin en önemli ortak noktasının, psikolojik nedenler olduğunu söyleyebiliriz. Öyle olmasaydı, insanların -hiç değilse önemli bir kısmının- eve yatırdıkları paranın getirisi ile istedikleri evin kirasını ödeyebileceklerini hesap ederek, ömür boyu kiracı olmayı seçmeleri gerekirdi. Böyle yapanın bu kadar az olması, asıl dürtünün huzur ve güvenlik arayışı olduğunu ortaya koyuyor. İşte mortgage ile ilgili sorun da bu noktada başlıyor.

Çünkü benim gördüğüm kadarıyla, bu sistemle ev sahibi olmak, sıradan Amerikalılar için "güvenlik ve huzur" kaynağı olmaktan çıkıp tam tersine "evini kaptırma" fobisine ve mortgage esaretine dönüşmüş durumda. Kiralık bir evde oturan bir aile geliri düşerse, oturduğu evden çıkıp daha ucuz bir ev kiralayabilir, geçici olarak hayat standardını düşürebilir ve bu durum bir trajedi gibi yaşanmaz. Ama büyük hayallerle alınan evi bankaya kaptırmak, bütün aile için büyük bir travma, neredeyse aile namusunu kaybetmek gibi algılanıyor; bu yüzden de böyle bir "felaket" yaşanmaması için her şey göze alınıyor.

Evet, bizdekinin tersine, bu sistem sayesinde gençler daha 30'lu yaşlarının başında, düzenli bir gelire kavuşur kavuşmaz "hayallerindeki eve" sahip olabiliyorlar. Tabii, hayalleri gemlemek zor olduğundan, normalde o yaşlarda ihtiyaçları olan konuttan çok daha büyük ve pahalı evlere sahip oluyorlar. Ama bu hayali gerçek kılmanın son derece ağır bir bedeli var: Borcun esiri olmak... Daha o yaşta, 30 yıl sürecek ağır bir borç yükünün altına giriyor; sırtlarında ağzına kadar dolu bir yumurta küfesi ile yaşamaya başlıyorlar. İşte bu yük ondan sonraki hayatlarını şekillendiren asıl etmene dönüşüyor.

Artık iş seçmede ya da iş değiştirmede özgür değiller; hangi iş, hangi meslek taksitleri ödemeyi garanti ediyorsa o işte çalışmak zorundalar. Sonuçta, daha kariyerlerinin başında, hakarete de uğrasa çarpıp kapıyı gidemeyen, risk alamayan, içinden yükselen herhangi bir maceracı sesin peşine takılamayan, sağlamcı, statükocu, ezik bir insan tipi çıkıyor karşımıza... İşin acısı, sırtlarındaki kambur onları böyle korkak yapmasa, daha atak davranabilseler, risk alabilseler, daha yaratıcı işlere yönelip kariyerlerinde çok daha iyi yerlere gelip iyi paralar kazanabilecekken, "garantili gelir" uğruna bunu yapamıyor, kendi kendilerini sınırlıyorlar.

Bu sınırlanmışlık, kendini gerçekleştirememe hali doğal olarak tatminsizliğe ve mutsuzluğa neden oluyor. Bu ağır baskı bütün aile ilişkilerini etkiliyor ve zehirliyor. Sonuçta, "huzur ve güvenlik" için alınan ev huzursuzluk kaynağına dönüşüyor.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber